30 Mart 2009 Pazartesi
7.Türkçe olimpiyatları VEFA ödülleri...




Olimpiyatta gözyaşları sel oldu..Vefa Ödülü Adem Tatlı'ya verildi...
Ailesine ısrarla "Ölürsem beni Moğolistan'a gömün, yoksa size hakkımı helal etmem." diye vasiyet eden Tatlı, Moğolistan'da defnedilmişti. Moğolistan ve ayın zamanda Türkiye'yi yasa boğan kaza Dahran'daki okuldan Ulan Bator'a dönüş sırasında meydana gelmişti. Üç kişinin bulunduğu takla atan araçtan Tatlı, sağ kurtulamamıştı.Yaklaşık 13 yıldır Moğolistan'da bulunan Tatlı, 6 yıl bu ülkedeki Türk okullarının genel müdürlüğünü üstlenmişti. Dün beşincisi düzenlenen Türkçe Olimpiyatları'nda Tatlı'nın anısına eşi Aysel Tatlı ve oğlu Ömer Faruk Tatlı'ya Özel Vefa Ödülü verildi.
Deli dediler ona; oysa hicret erlerinin Kara Kıta'daki 'veli'si bir esnaftı Erkan Çağıl. Erzurum'dan Doğu Afrika'ya uzanan; Türk koleji bahçesinde, iki ağacın arasında biten Hakk'a yürüyüş hikâyesi.Erkan Çağıl, siyah incinin bağrındaki beyaz elmas. Tanzanya'ya kazanmaya değil, kazandırmaya gitmiş; almaya değil vermeye gitmiş bir gönül eri. Düzen kurmaya gitti; düzenini bozup gitti dediler. Deli dediler ona; oysa hicret erlerinin velisi olmaya gitmişti. Türk kolejinin bahçesindeki iki ağacın arasına bir dağ gibi gömülmüş olan Erzurum asıllı esnaf Erkan Çağıl'ı anlatmak o kadar zor ki. Adem Tatlı olmadan, Yasin Çalkım olmadan onu anlamak o kadar zor ki. Yolcuların her birinin bir hikâyesi var; ama kervan hepsinin ortak hikâyesidir. Erkan Çağıl doksanlı yılların sonunda katıldığı bu kervanın Tanzanya'ya emanet ettiği aziz bir hatırası bugün. Bu hatıranın büyük kesimi Anadolu'da yazılmıştır.Erkan Çağıl için Afrika bir gurbet diyarı değildi.
Aile arasında Hakan ismiyle bilinen Erkan Çağıl Erzurum'da dünyaya gelir. İkisi kız beşi erkek yedi kardeşin beşincisidir. Ablaları ve ağabeyleri vardır; ama kardeşi Metin Çağıl'ın ifadesiyle ağırbaşlılığı ve bilgeliğiyle ailenin büyüğü gibidir. 20 yaşına kadar Erzurum'da ikamet eden Erkan Ağabey, askerlikten sonra İstanbul'a gelir. Metropolün varoşlarından Sultanbeyli'ye yerleşir. Burada oto tamir işine girer ve ilerleyen yıllarda kendine bir dükkân açar. Hemşerisi ve sonraları kader ortağı Murat Karakaya ile bu senelerde tanışır. Dükkânları yan yanadır. Karakaya Türkiye'de ve yurtdışında coşkuyla devam eden eğitim faaliyetleri bünyesinde koşuşturan bir arkadaş grubuna dahildi. Erkan Çağıl'ın bu konulardaki hassasiyetini fark edince onu da davet eder bu kutlu halkaya. Erkan Ağabey sanki bu teklifi beklemektedir. "Her ne kadar hizmetle tanışması tarih anlamında bizlerden sonra da olsa, kısa sürede geldi ve hepimizi geçti. Meseleleri öyle sahiplendi ki artık önden koşan o, takipte zorlanan biz olduk" diyor Karakaya.Erkan Çağıl ile Murat Karakaya arasındaki iş ortaklığı ve arkadaşlık artık gönül birliğine dönüşmüştür. Mütemadiyen eğitim hizmetleri konuşulmakta, tartışılmakta ve yeni açılımlar tasavvur edilmektedir. Koşuşturmaca devam ederken 2001'de bir Tanzanya gezisine katılır Karakaya ve Çağıl. Oradaki faaliyetlerden Karakaya etkilenmiştir; ancak Erkan Ağabey'i saran duygu etkilenme ifadesiyle adlandırılamayacak kadar büyüktür. Adeta vurulur Tanzanya'ya ve 'siyah inci' diye tanımladığı ülke insanına. Kendini o kadar Tanzanya ile bütünleştirir ki her gittiği yerde memleketini soranlara 'Tanzanya' diye cevap vermeye başlar.
- Ashab-ı Kiram Misali Uzaklarda...
- Hepiniz Tanzanya'ya Gitmek İsteyeceksiniz...
Delilik ithamı Erkan Çağıl'ın hayatına yeni girmiş değildi. Arzu Çağıl o günlerde yaşananlar hakkında şunları söylüyor: "Allah'a şükür hiç çalışılmasa eldeki varlıkla bir ömür geçirilebilirdi. Siz tüm bu düzeni yıkıp yollara düşüyorsunuz. İnsanlar anlayamıyor, 'deli' diyordu bize." Erkan Çağıl'ın bu eleştirilere cevabı ibret vericidir: "Erzurum'dan kalkıp İstanbul'a gelince tüm tanıdıklarım 'memleketini bıraktı deli bu' dedi. Sonra Sultanbeyli'ye gelince 'koca şehirde bula bula burayı mı buldu bu deli' dediler. Sonrasında bu lafları edenlerin tamamı önce İstanbul'a, ardından Sultanbeyli'ye gelip yerleşti. Şimdi ben gidiyorum, adım deliye çıktı. Ancak gün gelecek başta Tanzanya hepsi dünyanın dört bir yanına gitmek üzere yola düşecek."
- 'Sana Görev Verildi'
'Ecel Teri Bu, Ecel !'
Hıristiyan Öğrencinin Gözyaşları...
Hastanede kaldığı sürede en çok Risale-i Nur'un 23'üncü Söz bahsindeki "Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir" cümlesini tekrarlamaktadır. Son günlerde ise sıkılmış, vaktinin dolduğunu düşünüp evine gitmek istemiştir. Ortağı Karakaya devamlı "Böyle tez havlu atma yok, daha burada yapılacak çok iş var. Böyle konuşup da bizi korkutma, kendini bırakma" deyince "Ben sana yukarıdan da yardım ederim Ezeoğlu" cevabını verir. Bir ara ağırlaşır, gözü yaşlı açar ellerini semaya ve "Ya Rabbî! Efendimi, Üstadımı görmek istiyorum" diye niyaz eder.Oğlu Haluk Çağıl, babasının hastaneye gelişinin sekizinci gününde bir rüya görür. Baba oğul bir arabaya binip Türk kolejinin bahçesine gelmişlerdir. Bahçedeki iki ağacın yanında kazma, kürek vardır. Ağaçların arasında açılan çukurdan nur yayılmaktadır. Erkan Çağıl oğluna döner ve "Sakın ağlama, ağlayanları da ikaz et. Her şeyi sana emanet ettim" diyerek açılan çukura girer. Aynı dakikalarda ağırlaşır Erkan Ağabey ve ruhunu Rahman'a teslim eder.
Türkiye'ye haber verilir ve Erkan Bey'in ağabeyi Metin Çağıl onbir arkadaşıyla yola çıkar. Hüzünlü ağabey havaalanında kendilerini karşılayan 10 yaşındaki yeğeninin metanetini görüp bir gece önceki rüyasını dinleyince kendini toparlar.İlk iş, cenazenin nereye defnedileceğine karar vermektir. Akrabalar Türkiye'ye gönderilmesi hususunda ısrarcıdır. Murat Karakaya ve Metin Çağıl ise merhumun Tanzanya'ya defnedilme arzusunu hatırlatmaktadır. Nihaî karar Erkan Ağabey'in eşi Arzu Hanım'dan gelir: "Rahmetlinin vasiyeti var, buraya defnedilecek."Karar verilmiştir ama mezar nereye kazılacaktır. Bu sefer Türk kolejinin yöneticileri "Burada Hıristiyan okullarının bahçesinde mezarlar var. Biz de ağabeyimizi okulun bahçesindeki iki ağacın arasına defnedelim." teklifini getirirler. Tarif edilen yer, Haluk Çağıl'ın rüyasında gördüğü, Erkan Çağıl'ın vefat etmeden önce ortağı Karakaya'ya "Ezeoğlu şu iki ağacın arası çok güzel esiyor. Ölsek bize burayı verirler mi?' dediği yerdir.
Bir önden giden atlı; Adem Tatlı..
Tanzanyalı 'Deli' Erkan, 'Siyah İnciler'i Bırakmadı...


- Ashab-ı Kiram Misali Uzaklarda...
Eşi Arzu Çağıl, Tanzanya ziyareti sonrası Erkan Ağabey'in hâlet-i rûhiyesini şöyle anlatıyor: "Geldi, ağladı, ağladı. Gözünün yaşı hiç durmadı. Oralara gitmeyi kafasına koymuştu. 'Ben gideceğim, sen de gelirsen başımın üzerinde yerin var' diyordu. Benden, 'Gelirim; göreceğimiz varsa birlikte görürüz' cevabını alınca da çok sevinmişti."
Eşini ikna ettikten sonra sekiz yaşındaki oğlu Haluk'a da kararını açar Erkan Ağabey; evladının sevincini görünce aşkı-şevki daha bir artar. Ağabeyi Metin ve kardeşi Hacı Çağıl'ın "Peygamber Efendimiz'in izinden giden Ashab-ı Kiram misali yollara düşülse fena mı olur? Niye engel çıkartıyorsunuz, sıkıntı çekmeyen Müslüman olur mu? Hem cennet ucuz mu?" sözleri Erkan Ağabey'in kararını eleştirenlere en güzel cevaptır. Yine de anlamayıp 'Bunlar deli' demektedir, çokları.
- Hepiniz Tanzanya'ya Gitmek İsteyeceksiniz...
Delilik ithamı Erkan Çağıl'ın hayatına yeni girmiş değildi. Arzu Çağıl o günlerde yaşananlar hakkında şunları söylüyor: "Allah'a şükür hiç çalışılmasa eldeki varlıkla bir ömür geçirilebilirdi. Siz tüm bu düzeni yıkıp yollara düşüyorsunuz. İnsanlar anlayamıyor, 'deli' diyordu bize." Erkan Çağıl'ın bu eleştirilere cevabı ibret vericidir: "Erzurum'dan kalkıp İstanbul'a gelince tüm tanıdıklarım 'memleketini bıraktı deli bu' dedi. Sonra Sultanbeyli'ye gelince 'koca şehirde bula bula burayı mı buldu bu deli' dediler. Sonrasında bu lafları edenlerin tamamı önce İstanbul'a, ardından Sultanbeyli'ye gelip yerleşti. Şimdi ben gidiyorum, adım deliye çıktı. Ancak gün gelecek başta Tanzanya hepsi dünyanın dört bir yanına gitmek üzere yola düşecek."
Nihayetinde kararını, yârânı Murat Karakaya'ya açar ve "Ezeoğlu, var mısın Tanzanya'ya hicret edelim?" der. Ezeoğlu tabirinin Erzurum ağzında teyze oğlu anlamına geldiğini belirten Karakaya'nın gözleri o anı hatırlayınca doluyor: "Bizim oralarda teyze, anne yarısı; evladı da kardeş gibidir. O itibarla herkes ezeoğlu olamaz. Teklifini duyunca hiç düşünmeden tamam dedim. Zaten öncesinde hicret niyetiyle Yemen'e gitmiş; ancak şartlar elvermeyince geri gelmiştim. O gidişin tadı hâlâ benliğimdeydi."Acelesi vardır Erkan Çağıl'ın. Bir an önce gidip yerleşmek ister. Sanki orada kendini bekleyen kaderin gecikmesinden endişe etmektedir. Gitmeli, hemen düzen kurmalı, gerisini beraberindekilere bırakmalıdır.
-Ya Oraya Ulaşmadan Vefat Edersem?
Murat Karakaya ve Erkan Çağıl düzen kurmak amacıyla ailelerini yanlarına almadan 2005 Kasım'ında yola çıkarlar. Gider gitmez şirket kuruluşu ve ikametgâh hazırlıklarına başlarlar. Erkan Ağabey'in hızlı temposuna karşın yöre halkı çok ağırkanlıdır. Bu sebeple şirketin kuruluşu ve düzenin oturması uzun zaman alır. İki zorlu ayın ardından işler bitince ailelerini getirmek için Türkiye'ye dönerler.Türkiye'de işlemler hızla yürütülmektedir. 22 Şubat 2006'da Erkan Çağıl'ın eşi ve çocuklarının vizesi tamamdır. Ancak Çağıl Ağabey'in şeker hastası annesi aynı gün komaya girer. Bu ani gelişme tüm hazırlıkları altüst etmiştir. İki günlük sekerât devresinin akabinde annesi vefat eder. Cenaze sebebiyle Tanzanya'ya gidiş ertelenir. Annesini rahmet-i Rahman'a teslim eder etmez 'Ben gidiyorum.' der Erkan Çağıl. Ortağı Murat Karakaya'nın "Ezeoğlu acele etme gideriz, daha tam anlamıyla düzen yok oralarda," sözlerine Erkan Çağıl'ın cevabı, çevresindekileri asr-ı saadet atmosferine taşır: "Ya uçağa binemeden, Tanzanya'ya ulaşamadan vefat edersem?" Ya Mekke'nin fethini takip eden günlerde Medine'ye dönemeden vefat eden Sa'd bin Havle gibi menzil-i maksuduma ulaşamadan ölür gidersem?.. Ya Avrupa'nın kapılarını zorlamaya hazırlanan Yavuz Sultan Selim gibi hayallerimin kapılarını açamadan ruhum kabzolunursa? Bu söz, önden giden atlıların sözüdür. Hep bir geç kalmışlık hissiyatı içinde seğirten, 'Bizde icmal-i fikirden sonra aksiyon esastır' diyen, ışığa gem vurup da binen 'bizimkilerin' sözüdür...
- 'Sana Görev Verildi'
Erkan çağıl için Kara Kıta'yı yurt edinmek yetmiyordu. Oralarda derdini herkese anlatmak ta gayesiydi.Çağıl ailesini Tanzanya'nın başkenti Darüsselam'da Türk Koleji yetkililerinden Ali Demirbaş karşılar: "Onların gelişini hiç unutmuyorum. Erkan Ağabey'in, Arzu Abla'nın, oğulları Haluk'un hatta kızları Tuğba Nur'un ellerinde, omuzlarında çantalar, valizler. Zaten yaptıklarına anlam veremiyorduk. Hadi öğretmenler, belletmenler geliyordu. Ama tüm düzenini bozup bir esnafın gelmesini bir türlü anlayamıyorduk."Öğretmen arkadaşları aileye bir öğrenci yurdunda yer ayırmışlardır. Dört ay burada kaldıktan sonra evlerine geçerler. Arzu Çağıl ilk günlerin zorluklarına sabretmektedir. Neticede kendini teselli eden eşi yanındadır. Ancak sıkıntılı geçen günlerden birinin akşamında gönlünden 'Ne işimiz var burada.' düşüncesi geçer. Anlık bir şeydir ve üzerinde durmayıp istirahata çekilir. Yüreğini gölgelemeye kalkan düşüncenin cevabını gördüğü rüya ile alacaktır: "Bir ulu hocaefendi vardı ve yanında bu eğitim hizmetlerine emeği geçen ağabeyler. Hocaefendi bana 'Sana görev verildi. Beni takip et' dedi. Sonra çok büyük kapıların önüne geldik. Hocaefendi kapıyı açtı, önce kendisi geçti, sonra beni çağırdı. Ardımızdan da bu hizmetlere gönül vermiş ağabeyler geliyordu. Böyle birkaç kapı geçtik, her seferinde Hocaefendi, 'Gel!' diyordu."Uyanınca rüyasını eşine anlatır Arzu Hanım. "Çok güzel bir rüya görmüşsün. Ben görmeyeceğim; ama güzel şeyler olacak. Allah bize bir lütufta bulundu. Değerlendirmemiz lazım" cevabını verir eşi...
- Tanzanya Savaşa Girse Ben de Katılırım...
Kısa sürede çevre edinir Çağıl ailesi. Neredeyse her hafta sonu arkadaşlarıyla ve yeni komşularıyla pikniğe gitmekte, pikniklerde yeni dostlar edinmektedirler. Ancak Erkan Ağabey'in yüreğinde hep bir burukluk vardır. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman Tanzanya'da büyük bir cami ve üniversite bulunmayışı düşündürmektedir onu: "Şöyle büyük bir cami yapsak, görenler hayran kalsa, gelse baksa. Şükür Allah'a anaokulumuz, orta ve lise tahsili veren eğitim kurumlarımız var; bir de ismi 'Kara Elmas' olacak üniversite lazım ki..."Kendini Tanzanya'ya adama sadece Erkan Bey ve eşinde görülmez. Aralarında Çinli ve Taylandlıların bulunduğu okulda yerli arkadaşlarıyla oğulları Haluk iyi bir dostluk kurmuştur. O da babası gibi kendini Tanzanyalı hissetmektedir. Bir gün öğretmeni "Tanzanya, bir ülke ile savaşsa siz de katılır mısınız?" sorusunu yöneltir sınıfa. Çinli ve Taylandlı öğrenciler hiç ilgilenmezken Haluk, "Savaşırım, çünkü ben de Tanzanyalıyım artık," deyince başta öğretmeni tüm arkadaşlarının gönlünü fetheder.
'Ecel Teri Bu, Ecel !'
O gün ortağı Murat Karakaya ve ailesiyle pikniğe gidecektir Erkan Çağıl. Mesire alanına yakın bir yerde üniversite arazisi de bakacaklardır. Evden çıkmadan üzerinde bir gariplik vardır ve devamlı terlemektedir. Eşi Arzu Hanım anlam veremez buna; ama Erkan Ağabey hissetmiştir sanki akıbetini: "Ecel teri bu Arzu, ecel."Üstündeki durgunluğu ortağı da fark etmiştir: "Piknik yerine geldik. Daha önce her işe elini atan Ezemoğlu bu sefer bir köşeye çekildi. Ben bugün seyredeceğim diyordu." Yemekler yenilince üniversite arazisine bakmak için yola çıkarlar. Murat Bey rahatsızlandığı için gidemez. Kısa süre sonra elim kaza haberi gelir. Karakaya o anı şöyle anlatıyor: "Baş ağrısı tutmuştu beni. Artınca ayrılmaya karar verdim. Otoparka yönelmiştim ki Erkan Ağabey'in oğlu Haluk geldi ve 'Murat Amca; telefon geldi, ağabeyler gitti' dedi."Takla atmıştır Erkan Çağıl ve beraberindekileri taşıyan araç. Erkan Ağabey'in dışardan gözüken yarası yoktur. Ancak hastaneye ulaşılınca gerçek öğrenilecektir. Karaciğeri zedelenmiştir. Dört saat süren bir ameliyat neticesinde karaciğerinin üçte biri alınır. Ameliyattan çıktığında morali yerindedir. Hatta Türkiye'deki yakınlarına haber verdiği için şaka yollu kızar ortağına. Sekiz günlük hastane devresi böyle başlar. Her şeyde bir hikmet arayan yüreği, kazaya da aynı zaviyeden bakar. Sonrasında kendince çözer hikmetini, şer gözüken olayın.-
Hıristiyan Öğrencinin Gözyaşları...
Polonya kökenli İtalyan vatandaşı yaşlı bir kadın da tedavi görmektedir hastanede. Ancak geleni gideni yoktur. Onun mahzunluğunu fark edince Erkan Çağıl ve çevresindekiler ilgilenirler. Hatta bir gece "Bizde büyüğe hürmet vardır. Burada bizim büyüklerimiz yok. Siz bizim anneannemiz, babaannemiz olur musunuz?" denilince kadının gözlerinden yaşlar süzülür. Umudu vardır Erkan Çağıl'ın, "Ezeoğlu bizim buraya gelmemizin hikmeti bu kadın. Allah bu kadına iman nasip edecek, o Müslüman olacak. Ona ilgi gösterelim" diye sıkı sıkı tembih eder Murat Karakaya'ya.Tanzanya, Erzurumlu yiğidi misafir edeli daha beş ay olmuştur; ancak hastaneye gelen ziyaretçilerin renkliliği şaşırtmaktadır Erkan Çağıl Ağabey'in yakınlarını. Türk okulunda okuyan Hıristiyan bir kız öğrencinin gözyaşlarını ise hâlâ unutamıyor Karakaya: "Öyle bir ağlıyordu ki, sanki babası kaza geçirmiş. Öğretmenine demiş ki, 'Ben Müslüman arkadaşlarım gibi dua edemiyorum; kendi itikadımca Erkan Ağabey'in iyileşmesi için dua etsem olur mu?'"
'Ben Sana Yukarıdan da Yardım Ederim'
Hastanede kaldığı sürede en çok Risale-i Nur'un 23'üncü Söz bahsindeki "Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir" cümlesini tekrarlamaktadır. Son günlerde ise sıkılmış, vaktinin dolduğunu düşünüp evine gitmek istemiştir. Ortağı Karakaya devamlı "Böyle tez havlu atma yok, daha burada yapılacak çok iş var. Böyle konuşup da bizi korkutma, kendini bırakma" deyince "Ben sana yukarıdan da yardım ederim Ezeoğlu" cevabını verir. Bir ara ağırlaşır, gözü yaşlı açar ellerini semaya ve "Ya Rabbî! Efendimi, Üstadımı görmek istiyorum" diye niyaz eder.Oğlu Haluk Çağıl, babasının hastaneye gelişinin sekizinci gününde bir rüya görür. Baba oğul bir arabaya binip Türk kolejinin bahçesine gelmişlerdir. Bahçedeki iki ağacın yanında kazma, kürek vardır. Ağaçların arasında açılan çukurdan nur yayılmaktadır. Erkan Çağıl oğluna döner ve "Sakın ağlama, ağlayanları da ikaz et. Her şeyi sana emanet ettim" diyerek açılan çukura girer. Aynı dakikalarda ağırlaşır Erkan Ağabey ve ruhunu Rahman'a teslim eder.
Türk Kolejinin Bahçesindeki Mezar
Türkiye'ye haber verilir ve Erkan Bey'in ağabeyi Metin Çağıl onbir arkadaşıyla yola çıkar. Hüzünlü ağabey havaalanında kendilerini karşılayan 10 yaşındaki yeğeninin metanetini görüp bir gece önceki rüyasını dinleyince kendini toparlar.İlk iş, cenazenin nereye defnedileceğine karar vermektir. Akrabalar Türkiye'ye gönderilmesi hususunda ısrarcıdır. Murat Karakaya ve Metin Çağıl ise merhumun Tanzanya'ya defnedilme arzusunu hatırlatmaktadır. Nihaî karar Erkan Ağabey'in eşi Arzu Hanım'dan gelir: "Rahmetlinin vasiyeti var, buraya defnedilecek."Karar verilmiştir ama mezar nereye kazılacaktır. Bu sefer Türk kolejinin yöneticileri "Burada Hıristiyan okullarının bahçesinde mezarlar var. Biz de ağabeyimizi okulun bahçesindeki iki ağacın arasına defnedelim." teklifini getirirler. Tarif edilen yer, Haluk Çağıl'ın rüyasında gördüğü, Erkan Çağıl'ın vefat etmeden önce ortağı Karakaya'ya "Ezeoğlu şu iki ağacın arası çok güzel esiyor. Ölsek bize burayı verirler mi?' dediği yerdir.
Beşinci Risaleyi Oku!
Cenaze töreni rahmet yağmurlarının ardından açan güneş altında yapılır. Tanzanya'nın emekli Cumhurbaşkanı Ali Hassan Mwinyi cenaze namazını kıldırır. Ayrıca Tanzanya'nın manevî dinamiklerinden Şeyh Nurdin Şazelî ve İsmail Muhammed Salim de katılır merasime.Herkes üzgündür, ancak en ağır darbeyi Arzu Çağıl almıştır. Eşini, dayanağını toprağa vermiş, hicret ellerinde yapayalnız kalmıştır. Rûhundaki eziklik bir gece gördüğü rüya ile giderilir: "Yeşiller içinde iki katlı bir evdeyiz. Erkan vefat etmiş, evin bir odasında cesedi yıkanmaktaymış. Aksakallı yaşlı biri geldi ve 'Kızım sen git, ben başındayım,' dedi. Kalma ısrarım devam ederken sadece yüzü açık vaziyette kefenlenmiş Erkan'ı getirdiler. Birden gözlerini açtı ve 'Arzu Beşinci Risaleyi' oku dedi. 'Sen ölmedin mi, yaşıyor musun?' diye sordum. O devamlı beşinci risaleyi oku diyordu. Seni bırakmayacağım, beraber kalalım diyorum, bembeyaz yüzüyle sonra gelirsin diye cevap veriyordu." Defnedilirken yüzüne sirayet eden tebessüm rüyada da kendini göstermiştir. Erkan Ağabey'in rüyada ısrarla okunmasını istediği Beşinci Risale olan 'Beşinci Mesele' Şükür Risalesi'dir ki rahmetin rengini göstermekte.Şimdilerde Tanzanya'nın başkenti Darüsselam'daki okulun bahçesine girenleri mezarıyla selamlıyor Erkan Çağıl. Vasiyetini emir telakki eden ağabeyi Metin Çağıl hicret etti Tanzanya'ya ve işlerini devam ettirecek kardeşinin. Erkan Ağabey'in eşi Arzu Hanım ve çocukları 'evimizi dağıtma' sözünü akıllarına nakşederek tekrar döndüler Tanzanya'ya. Evet, Erkan Çağıl dar-ı bekaya göçtü; ancak geride öyle temeller bıraktı ki ağabeyi Metin Çağıl, ortağı Murat Karakaya, eşi Arzu Hanım ve çocukları dört elle sarılıyor mefkûresine ve emaneti 'siyah inciler'e...Allah(c.c) rahmet eylesin inşALLAH...
Bir önden giden atlı; Adem Tatlı..
Boğaza nazır pencereden guruba bakıyorum. Güneş battı batıyor. Ufukta kızıllık gittikçe koyulaşıyor. Biraz sonra İstanbul semalarında "Sadây-ı Muhammedi" yankılanacak Herkes sürurla oruçlarını açacak.Bense gurubun, bütün insanların ruhunda burkuntu hasıl ettiği şu dakikalarda Adem öğretmeni düşünüyorum.Biz birazdan oruçlunun birinci neşvesini tadacağız Adem öğretmen ise, ikinci, kalıcı ve ebedi neşvesini tattı. O, Rabbine kavuştu, Ebetler yurduna hakiki hicret diyarına göçtü. O bu sene Ramazana değil, Rahmana kavuştu. Hayatta olsaydı yine bir gurbet Ramazanı yaşayacaktı.Ezan duymadan, ışıl ışıl mahyaları görmeden, arkadaşları ile teravih kılacaktı. Hanımı ile sahura kalkacak, yine mahallenin tek ışığı onların mütevazı evin penceresinden yayılacaktı şehrin o sakin sokağına.O ilklerden, önden giden atlılardandı.Bütün bir Asya'nın uçsuz bucaksız çöllerini geçti. Karlı dağlarını aştı, mavi göklerin ülkesine, Orhun abidelerine ulaştı. Çin seddine yaklaştı.O günlerde Türk varlığı adına hiç bir şeye rastlamak mümkün değildi oralarda. Büyükelçiliğimiz bile çok sonraları açılmıştı. Pek çok emsali namsız nişansız, yiğitler gibi gittikleri ülkelerde ilk ve tektiler.Her biri atlarını farklı ülkelere sürmüş, gittikleri ülkenin ümit kandilleri olmuşlardı. Kimilerini ünlü gezgin fotoğraf sanatçısı Arif Aşcı tarihi ipek yolu üstünde, Tanrı dağlarının eteklerinde Türk varlığı adına tek ışık olarak Narinde görüyordu. Kimilerini değerli dostum Şerif Ali Tekalan beyle Hazarın doğusunda Türkmen diyarında, öğrencilerine köyümün yağmurlarını söyletirken. Kimilerini de Göktürklerin Uygurların bir dönem at koşturdukları Orhun Abidelerinin civarında görüyorduk.Adem Tatlı onlardan, o yiğitlerden birisiydi. Hepsi üç beş arkadaştılar.Çok heyecanlıydılar. Önce bir okulla işe başlayacaklardı. Fakat bir türlü mana veremedikleri anlamsız engeller yollarını kesiyordu.Necaşi'nin ülkesine gidenleri rahat bırakmadıkları gibi onları da rahat bırakmadılar. Ama sonunda başardılar. İzin çıktığı gün sevinçten uçacak gibiydiler. Harç kardılar, tuğla ördüler, badana yaptılar. Boğaziçi, Hacettepe mezunu öğretmenler bir işci, bir ırgat gibi çalıştılar. Prof. Dr. Mehmet Sağlam hoca bir Moğolistan ziyaretinde öğrencilerinin başında bulur onları. Yaklaşır usulca birisinin yanına ve sorar.
-"Kaç yıl oldu buraya geleli?",
-"11 yıl"
Hayli zaman oldu diye geçirdi içinden sordu.
-"Ne zaman döneceksin Türkiye'ye." Cevap kanını dondurdu Hoca'nın
-"Hocam biz dönmeye değil ölmeye geldik"
"Bittiğim andı, tüylerim diken diken oldu, utandım". Baktım hoca ağlıyordu.
Ve Adem öğretmen dönmedi dönemedi
Adanmış ruhlar asırlar önce bir dünya imparatorluğu kuran Cengiz Han'ın memleketinde bu defa sevgiden bir imparatorluk kurdular.
Atalarımızın uçsuz bucaksız bozkırlarında barınamadığı için küçük Asya'ya doğru göç etmek zorunda kaldıkları Büyük Asya topraklarına geriye döndüler. Çünkü oralar, onlar gibiler için bir hayal ülke bir ütopya ve bir idealdi.Ergenekon destanın yazıldığı o topraklarda şimdilerde yeni bir destan yazılıyordu. Ergenekon, yuvadan çıkışın, ayrılığın, hasretin destanıydı. Adem öğretmenler ise yuvaya dönüşün vuslatın, kavuşmanın destandır.İstiklal marşımızın okunduğu, bayrağımızın dalgalandığı okulun açıldığı ilk gün. Gül yüzünde güller açtı.
Ve Adem öğretmen dönmüyordu dönemiyordu.
Bindikleri araba önce savruluyor toparlanamıyor ve devriliyor. Nefes almakta zorlanıyor "çok acım var" diyebiliyor o tatlı insan ambulans acı sirenler çalsa da nafile doktor çare değil artık tatlı insana. Derken dudaklar kıpırdıyor.
- "Beni buralara bu toraklara gömünüz" Belli ki o hep öğrencilerinin sesini duymak, kardelenleriyle birlikte olmak istiyordu. Sonra yavaş yavaş güzel gözleri kapanıyor. Annesi babası kardeşleri Türkiye'ye getirmek için ısrar ediyorlar. Onu köyünün topraklarında sanki kendi kucaklarında gibi hissedeceklerdi. Mezarının otlarını saçlarını okşar gibi seveceklerdi, ama olmadı köyünün yağmurlarında bir daha ıslanamadı
Hanımı, çok sevdiği eşinin son vasiyetini bağrına taş basarak yerine getirmekte ısrar etti.O "beni Moğolistan topraklarına gömün" dedi. Kaç defa hanımına “Ben senden memnunum bunu orada O'nun huzurunda da söyleyeceğim” dedi. Hanımı da belli ki onu çok seviyordu taş bastı kendi bağrına ve vasiyetini yerine getirip bıraktı onu Moğolistan topraklarına. Fakat onun da son bir arzusu vardı. Gül yüzüne, gülen yüzüne son defa bakmak istiyordu. Usulca açtılar yüzünü -"Bu gülüyor bu yaşıyor uyandırın bunu" dedi inledi yalvardı ama kimseyi inandıramadı.Kardelenler açmayacak, buzlar erimeyecek diye kim bilir kaç gece ağlamış, kaç gece uykusuz kalmıştı. Hele o ilk günler eline kuru bir ekmek parçası alıp, onu nerede bulabileceğini anlatmak için ne kadar uğraşmıştı önüne ilk gelen insana. Aylar geçiyor Türkiye'den bir şey gelmiyordu. 18 aydır maaş alamamıştı. İmkanlar olsa göndermezler mi diye düşündü. Hanımına “Sen elişi bir şeyler yap, satalım ben de taksi şoförlüğü yapayım" demiş, aylarca geçimini öyle sağlamıştı. Bir başka zaman büyük bir sıkıntıyı sessizce halletmişti. Kimse akıl sır erdirememişti. Sonradan anlaşıldı ki memleketindeki evini satmıştı.Kaç defa koyunlarla ve keçilerle aynı uçaklarda yolculuk yaptı, kaç defa Moğolistan'ın uçsuz bucaksız steplerinde uçarken üzerine devrilen eşyaların altında kaldı.Kaç defa binmeye yürek isteyen eski model uçaklarla toprak pistlere iniş yaptı. Kaç defa toprak pistten. Arkada toz duman bırakarak havalandı gökyüzüne..Son Türkiye ye gelişinde bütün akrabalarını dolaşmış ve helalleşmişti. Kardelen çiçekleri de yanındaydı. Türkçe olimpiyatlarına katılacaklardı. Yarışmalarda büyük başarı elde etmişler finale kadar gelmişlerdi. Final gecesinde bir kardelen Nurullah Genç'in “YAĞMUR” şiirini enfes yorumlayınca Moğolistan gecenin gündemine oturuverdi. Meclis Başkanımız, içlerinde Adem öğretmenin de bulunduğu 5000 kişilik salonda eğitim gönüllülerinin fedakarlıklarından söz etti."Bir büyükelçimiz tayin bekliyordu, benden de iyi bir yer olması konusunda yardım istiyordu. Bir haber var mı kabilinden bana uğradı. Ben de şaka olsun diye bir Moğolistan lafı dolaşıyor seninle ilgili deyince elindeki çay bardağı düştü. Benzi sapsarı kesildi. "Ben ne yaparım orada nasıl yaşarım, orası büyük mahrumiyet yeri" dedi. Bu kardeşlerimiz hiç çekinmeden büyük bir şevkle oralara gittiler. Bu bir destandır, bu bir fedakarlıktır."Bu gül yüzlü yiğitler sevdadan atlarına binip gittiler ve dönmediler. Şimdi Altay dağlarından kopan hoyrat rüzgarlar kabrinin başında hüzünlü türküler söylüyor.Artık toprak pistten kalkan uçaklar, ördüğün tuğla duvarlar, badana yaptığın, günler, ağladığın geceler hepsi geride kaldı.Aylarca yanmayan elektrikler, akmayan sular, steplerin soğuğunda sınıflarda palto içinde titreye titreye ders verdiğin günler, koyunlarla ve keçilerle aynı kabinde yaptığın yolculuklar ve bize yadigar bıraktığın gül yüzlü çocuklar hepsi hepsi geride kaldı. Bir de Moğolistan Cumhurbaşkanı'nın senin için hazırladığı şeref madalyası o da oğluna teslim edildi.Abideleri, yazıtları, dikili taşları ile bizlerden izler taşıyan o topraklarda görkemli bir iz de sen bıraktın. Şimdi bir abide gibi duruyorsun asude bir tepenin yamacında. Tatlı tatlı esen meltemler okşuyor kabrinin üstündeki otları bir de boynu bükük kardelenlerin. Sen, mavi gökler ülkesinin koyu lacivert gecelerinde bir çoban yıldızı gibi kutlu yolcuların umut fenerisin. Sen hayallerdesin, gönüllerdesin. Bilmiyorum sen nesin yoksa sen mahcup ve mütebessim bir melek misin?Hâlâ atlar uçsuz bucaksız steplerde dört nala koşuyor ama hiçbiri önden giden atlılara asla yetişemiyor. Önden giden atlılar hep önde koşuyorlar.
Harun Tokak
7.ULUSLAR ARASI TÜRKÇE OLİMPİYATLARI HAKKINDA YAZILANLAR...
Teksas'ta Fethullah Gülen'in ne işi var?
Sahnede çok güzel genç bir kız; Adı Juliana ...
Şarkısını söylemeden önce şöyle diyor:
"Sizlere El Paso'dan kucak dolusu sevgiler getirdim..."
El Paso nere, Türkiye nere...
Meksika sınırındaki El Paso'lu Juliana Cuartes bu sözleri Houston'da Türkçe söylüyor. Sonra da "Kızım Diyor" u söylemeye başlıyor hüzünlü ve buğulu sesiyle: "Ben ne zaman bir of çeksem hatırıma annem geliyor..."Onu San Antoniolu, Dallaslı, Houstonlu diğer çocuklar izliyor.Kimi Necip Fazıl'dan, Ömer Lütfü Mete'den şiir okuyor, kimi Gesi Bağları'nı söylüyor, kimileri de Silifke'nin kaşıklı halk oyunlarını oynuyor.
Fethullah Gülen Hareketi'nin içinde yer alan Cosmos Vakfı tarafından Teksas Eyaleti'nin Houston kentinde düzenlenen "Türkçe Olimpiyatı"ndayız.
Türkiye'ye dünyanın dört bir yanından konuk gelen farklı renklerden, farklı din ve dillerden çocukların Türkçe konuşmalarına az çok aşinayız.Ama aynı şeyi Türkiye'nin 10 bin kilometre uzağında, ABD'nin Houston şehrinde izlemek gerçekten ilginç ve bir o kadar da etkileyici.
Burada sadece sahneye çıkan o çocuklar yok. Onları izlemeye gelen aileleri de var.Etkinlik boyunca coşku ve sempatiyle Türkçe şiir okuyan, şarkı söyleyen, çocukları izleyip alkışladılar.Siyah, beyaz, Hispanik, Asyalı tüm Amerikalılar oradaydı.Ve hepsinin kafasında yeni bir Türkiye imajı doğuyordu.Bunu en iyi biçimde seçimle gelen bölge vali yardımcısı Judge Ed Emmett ifade etti:"Yıllar önce bir garsondan Türkiye adını duymuştum. Ama şimdi çok daha fazla insan tanıyor ve Türkiye'yi biliyorum. Bu etkinliklerle Amerika çok kültürlü bir yapıya kavuşuyor."
Türkiye'yi duyunca şaşırmıyorlar
15-20 yıl önce böyle bir olasılıktan söz edilse kimse inanmazdı.O dönemlerde onlar bizi hiç tanımıyor, biz ise daha çok Hollywood'un kovboy filmlerinden, Türkiye'yi kasıp kavuran Ceyar'lı Dallas dizisinden, Bush'un memleketi olmasından ya da rahmetli Turgut Özal'ın kalp ameliyatından Houston'u biliyorduk, biraz da Teksas'tan haberdardık.Peki ya şimdi?Şimdi Houston'da, Dallas veya El Paso'da Türkiye dediğinizde en azından kent merkezlerinde artık kimse dönüp yüzünüze şaşkın şaşkın bakmıyor.Hatta alışveriş merkezlerine sorsanız çok rahat biçimde birkaç Türkiyeliyi bulma şansınız bile var.Ama daha önemlisi Fethullah Gülen Hareketi içinde yer alan vakıfların Teksas'ın dört büyük şehrinde kurdukları okullar gerçeği...
Gönüllü Türkiye reklamı
O okullarda yaklaşık 8 bin öğrenci eğitim görüyor.Onlarca Türk öğretmen bu okullarda görev yapıyor. Ve her biri birer gönüllü reklamcı gibi Türkiye'yi dünyaya tanıtıyor.Bu durumda dünyanın bir ucu Teksas'ta okullar açmanın ne anlama geldiği açık değil mi?Daha önce de bu okulları ziyaret eden biri olarak her defasında hep aynı sorunun cevabını aradım:"Acaba Türkiye'de bu okullarda nasıl bir eğitim verildiğini ve Türkiye'ye hizmet edildiğini görecek bir devlet aklı yok mu?
Yüzlerce bayrak. Türk, Amerikan ve Teksas bayrakları...
3 bin kişilik bir salon. Dörtte üçü dolu. Büyük kısmı çocuklardan oluşuyor. Yüzlerce bayrak. Türk, Amerikan ve Teksas bayrakları...
Bu Harmony okullar zincirinin Teksas'taki 19 okulunda gerçekleşen yarışmalardan süzülüp gelen ekiplerin final yarışması
Mini Türkçe olimpiyatı.
Türkiye'de yapılacak olan büyük Türkçe Olimpiyatı'na hazırlık.Üç dalda yarışma olacak. Biz de, Bugün'den Genel Yayın Yönetmenimiz Erhan Başyurt, Sabah'tan Mahmut Övür'le birlikte 14 kişilik jüri içerisindeyiz.Şiir, şarkı ve folklor.Necip Fazıl'dan Çile ile başlayıp, Ömer Lütfi Mete'nin Gülce'si, Arif Nihat'ın Bayrak'ı ile ve Bedirhan Gökçe'nin Sokak Çocuğu ile devam eden şiirler...Teksas'ta...Sonra şarkılar geliyor. Cancana, Gurbet, Karahisar Kalesi ve Gesi Bağları... Amerikalı çocuklardan tamamen Türkiye'ye has sesler...Ardından bir folklor şöleni... Kafkas'ı, Giresun oyunları ve Silifke ile...Salon çığlık çığlığa... Her grup çıktığında, salonu dolduran aynı okulun çocuklarının heyecan dalgası çığlıklara yansıyor.Düşünüyorum:Acaba Türkiye, başka hangi programla, dünyanın bilmem hangi coğrafyasında binlerce çocuğun elinde kendi bayrakları yanında ay-yıldızlı bayrağı taşıtabiliyor?Burası Teksas'ın en büyük şehri Houston.Bu süreçte daha başka yüzü aşkın ülkede, böyle manzaralara tanık olmak mümkün. Orta Asya'dan, Rusya'dan, Afrika'nın en uzak bölgelerinden Amerika'ya kadar...Bu hareket, başka ülkelerde de Türk okulları açıyor. Amerika'da başka bir okul türü içinde çalışıyor.Charter (Çartır) okulları...Eğitim kadrosunu kurucuların oluşturduğu, öğrenim ücretini devletin ödediği bir sistem bu. Türkçe, İspanyolca gibi seçmeli bir dil ve ilginç, genelde öğrencilerin yüzde 50'si seçmeli dil olarak Türkçe'yi tercih ediyor.Teksas'ta böyle 19 okul var, tüm Amerika'da 200'e yakın.Şu andaki uygulamada, 5 yaşından, ana okulundan alınıyor ve ilköğretim sonuna kadar okutuluyor. Lise öğrenimi de yakında devreye sokulacak.Okulların başarısı gittikçe kanıtlanıyor ve bu, okullara ilgiyi artırıyor. Bu sene açılan bir okula, hiçbir tanıtım çalışması yapılmadan 3 bin kişi müracaat etmiş. Oysa kontenjan 300 kişi...Tercih sebebi ne?Amerika'da liseye kadar olan eğitim döneminden matematik ve fen derslerinin genelde çok zayıf olması.Bu okullar bu alanda fark oluşturuyorlar.Bir de "öğretmen" unsuru.Bu okulların öğretmeni başka.Bu öğretmenler gittikleri bütün coğrafyalarda fark oluşturdular. Ama Batı ülkelerinde daha bir fark oluşturdular.Batı'da aileler çocuklarını alıp götüren savruluşlardan şikayetçi. Her tür uyuşturucu ve öteki kötü alışkanlıkların getirdiği savruluşlardan.Bu öğretmenler, kısa sürede öğrenci ile kurdukları iletişimle, çocukları genel toplumsal savruluşun dışına taşımayı başarıyor.Ve bir de matematik vs. alanlarında yapılan olimpiyatlarda gösterilen başarı...Henüz üniversite çağında öğrencileri yok ama oraya doğru yürüyorlar ve o alanda başarıyı hedefliyorlar.İyi insan ve başarı birleşince, ilgi odağı olmakta gecikmiyorsunuz.İşte bu... Houston'daki manzara bunun eseri.Şimdi tüm dünyada böyle bir Türk canlılığı var.Önemli olan, gittikleri yerlerde yadırganmayan, yabancılık tepkisine maruz kalmayan, çevre ile iletişimi (Bunun adı diyalog) gerçekleştirmiş bir Türk canlılığı bu...Öğretmenler genç insanlar.Çoğu 30'lu yaşlara varmamış henüz.Kişilikleri ile bu çok farklı toplumlarda, insani bir damara hitap etmeyi başarmışlar. Ortak payda, bizim insanımızın kişiliğinde somutlaşan insanlık ortak paydası.Türk olarak oradasınız, o kimliğinizle sergilediğiniz insani değerler ilgi ve güven odağı haline gelebiliyor.Bizimle ilgili negatif propagandaların rahatsız edici boyutta olduğu zamanımızda, üstelik bu negatif propagandanın en etkin biçimde uygulandığı Amerika'da, bu pozitif hamleden mutluluk duymamak mümkün değil.Üstelik hareket, Houston'da bir de Turkuaz Kültür Merkezi açmış.Bizim de misafir edildiğimiz kültür merkezi, kültürel varlığımızın bu coğrafyaya taşınmasında çekirdek bir hizmet ünitesi olmaya aday.Harmony eğitim kurumları ve Türk Kültür Merkezi, bir yandan Amerikalı çocuklara Türkçe'yi ve onunla bağlantılı olarak Anadolu'da boy salan kültür değerlerini aktarırken, bir başka hayati görevi daha ifa ediyor.O da şu:Bugün artık Amerika'da da, Avrupa'da da, dünyanın başka ülkelerinde de çok sayıda Türk aile var.Peki bu ailelerin çocukları kendi kültür varlıkları ile nasıl tanışacaklar? Daha önemlisi kendi dillerini nasıl öğrenecekler?-Evet, çocuklarımız Türkçe'yi unutuyor.Bu, Türkiye'nin dışında yaşayan ailelerin Şark'tan garba en önemli problemi.Aileler veremiyor, yaşanan ülkelerin okulları vermiyor, sonra...Sonrası kendi kültürüne yabancılaşan çocuklar...--Bu okullarımız, Türk ailelerin çocuklarının Türkçe'yi kaybetmemeleri için büyük önem taşıyor.İlginç bir durum da şu:Misafir olarak kaldığımız Turkuaz Kültür Merkezi'nde cumartesi günü, Boşnak çocukların bir sunumu vardı. Öğretmenleri onlara diyelim bir çocuk oyununu öğretmiş, o gün velilere sunum yapacaklar.Boşnak çocuklar.Bunu Ahıskalı çocuklar için de yapıyor Kültür Merkezi.Yani, bir kültür coğrafyasının ortak çatısı oluyor.Bunların ne kadar önemli olduğunu, oradaki ailelerin duygularına tanık olduğunuzda daha iyi anlıyorsunuz.5 kıtada koşanlar, dedim başlıkta...Öğretmen boyutunu anlattım.Ama onlar yalnız değil.Biz orada iken, Kayseri'den, Adana'dan da işadamları grubu orada idiler.Houston'daki çalışmaların başlangıcında katkıda bulunmuşlar. Hizmetlerde ilk tuğlalar onların himmeti ile bulunmuş.Gelmişler, okulları gezmişler, başarılara tanık olmuşlar, dönerken gözlerinin içi gülüyordu.Bu hareket, Türkiye'nin canlılığı dedim.Türkiye, bizi kimse sevmiyor, diye ağlamıyor."Türkiye'yi tanımak istiyorsanız, işte onun erdemli dünyası..." gibi bir iddia var bu harekette.Denize bir şekilde atılmış ve yüzmeyi öğrenmiş bir insan varlığı söz konusu burada Türkiye adına...Houston'da, Amerika'da iş yapan Türk işadamlarıyla da tanışma imkanımız oldu.Amerikan ordusunun bazı ihtiyaçlarını tedarik eden bir şirketin yöneticisi genç bir insan, Atilla Bey, mülk alım satımında bölgesinin en etkin ismi haline gelmiş bir başkası (Engin Bey), işadamları derneği bünyesinde hizmet veren Ertuğrul Bey, adeta "Burada neden daha çok yokuz?" isyanını seslendiriyorlar."Şu kriz döneminde Zorlu, Koç, OYAK neden gelip de, bu alanın, dünyada tanınmış ama şu anda zorluklar yaşayan şirketlerinin bir miktar hissesini almaz?" diye soruyorlar.Burada çalışınca, bu iklimin kıran kırana şartlarına karşı şerbetlenince ve koca Amerikan ekonomisinin, sonunda gelip dayandığı derin krize tanık olunca, sanki, sistemin sorunlarını baştan ayağı çözümleyen filozofça bakışlara sahip olmuşlar. Yani iş, Türkiye'den bakınca başka görünüyor, Amerika'dan, Rusya'dan, Afrika'dan, yani global pencereden bakınca başka görünüyor.Suudi Arabistan gezimizde, işadamlarının Arapça sıkıntısı dile getirilmişti, burada bir başka dil, İngilizce sıkıntısı dile geliyor. Global oyuncu olmamak için hiçbir sebep yok. Ama dünyada oyun kuracak ve adım adım onu icra edecek kadar dil sahibi olmak şartıyla...Bunları görünce, dünyanın geleceğine dönük umudunuz artıyor.Türkiye, Afrika'da kurban kesti. Kuyu açtı. Katarakt ameliyatları ile Afrikalı çocukların gözlerini açtı.Türkiye Açe'ye gitti.İran'a, Pakistan'a gitti.Türkiye, Avustralya'ya, Brezilya'ya, İngiltere'ye gitti.Türkiye'nin evrenselle akrabalığı var.Yazının sonunu şöyle bağlamak istiyorum.-5 kıtada, iyilik üzerine olsun da, hangi saikla olursa olsun, koşanlara selam.....
ERHAN BAŞYURT (Bugün Gazetesi)
Teksas'ta bir "Sokak Çocuğu" ve Üzeyir Garih'in referansı...
Dünya mı küçülüyor yoksa Türkiye mi büyüyor? Sanırım her ikisi de. Küreselleşme hem iletişim hem de ulaşım imkanlarıyla dünyayı köy haline getirdi.
Ona uyum sağlayan Türk girişimciler de hızla dünyaya açılıp, süreci lehlerine çevirdiler. Özellikle de Fethullah Gülen hareketinin bu inanılmaz açılımda büyük rolü var. Hafta sonu çok değerli yazarımız Ahmet Taşgetiren ve Sabah'tan Mahmut Övür'le Teksas Houston'daydım. NBA takımı Houston Rockets'ın stadının yanı başında, uluslararası sergi sarayında müthiş bir "final" yarışması izledim. Sıkı durun, bu bir basket maçı veya beyzbol değil, Türkçe Olimpiyatı Teksas Amerika Finali idi. "Teksas nere Türkiye nere, ne Türkçesi?" dediğinizi duyar gibiyim... Kovboyların yurdu, petrolün başkenti Houston'da onlarca okulun öğrencisi Türkiye'deki finallere katılmak için yarıştılar. Amerika'da Türkler'in en az olduğu Teksas Eyaleti'nde bu katılım son derece şaşırtıcı. Türk girişimcilerin kurduğu Horizon (Ufuk) Vakfı 2000'de, bölgedeki ilk "charter" okullarını açmışlar. "Charter" okullar, devletin öğrenci başına destek ödediği, halk okulları. Özel okulların aksine, öğrenci seçme imkanı yok. Siyah, beyaz, İspanyol, Asyalı... Başvuran herkes okuyabiliyor. Ancak, okulu kendi imkanlarınızla açıyor, işletmeyi kendiniz yapıyorsunuz. Devlet, her yıl yaptığı Eyalet geneli sınavlarla başarınızı ölçüyor. Üç yıl arka arkaya başarısız olanın ya da etnik gruplar arasında başarı dengesi sağlayamayanın lisansını iptal ediyor. Horizon Vakfı'nın okulları, "pekiyi" derecesinde. Bu okullarda okuyan öğrencilerin hazırladığı, "robotic" projesi dünya finallerinde Amerika'yı temsil edecek. Bu nedenle, son okullarını açtıklarında 300 kişilik kadro için 3 bin başvuru olmuş. Kura ile öğrenciler belirlenmiş... Okulların özelliği özellikle fen bilimleri hocalarının Türk olması. Ve daha ilginci, Türkçe'nin de seçmeli ders olarak okutulması. Öğrencilerin neredeyse yarısı Türkçe'yi yarısı da İspanyolca'yı tercih ediyormuş. Türkçe ilgisi gerçekten sevindirici. Bu tercihteki en büyük etken, hocalarına olan yoğun saygı ve sevgileri... Gülen hareketine mensup girişimciler, ilk okullarını daha önce Museviler'e ait bir okulu devralarak işletmeye başlamış. Hikayesi son derece ilgi çekici. Musevi Cemaati, referans istemiş. Onlar da bir yıl bir enerji konferansına geldiğinde temas kurdukları, ağırladıkları Üzeyir Garih'e başvurmuşlar. Garih, irtibat telefonlarını almış. Houston'daki mütevellide yer alan bir arkadaşına ulaşmış. Türk girişimcilere kefil olmuş. "Ödemezlerse, ben ödeyeceğim" demiş... Kapılar açılmış. İkinci okul 2001'de, bu kez bir kilise okulu. Onlar da deneme amaçlı tahsis etmişler. Teksas'ın sınır kasabası El Paso'da ise kilise cemaati, çok memnun kaldıkları için 6 milyon dolarlık bir yatırımla lise kısmını bizzat kendileri inşa edip vakfa tahsis etmişler. Bu okullar, ana okulundan lise sona kadar eğitim verebiliyor. Türk okulları başarılı oldukça, kapılar daha kolay açılmış. Şu an eyalet genelinde 19 okul var. 2009 sonunda 30'u bulacak. Öğrenci sayıları yaklaşık 8 bin. İlk mezunlarını vermeye başlamışlar. Hocaların yüzde 30'u Türk, öğrencilerinse yüzde 10'u bile Müslüman değil. Evrensel barış elçileri, dünyaya huzuru yaymak için çabalayan çağdaş erenler, hiçbir kâr amacı gütmeden şimdi de bir üniversite girişimine başlamışlar. Türk okullarının en çok şu üç özelliği takdir topluyor. Öğrencilere saygı ve şefkati öğretiyorlar. Okullarına uyuşturucu ve çeteler giremiyor. Ailelerle de sıcak güven bağı kuruyorlar. Sonuçta, Türkçe Olimpiyatı elemelerinde yaşanan muhteşem tablo ortaya çıkıyor. Silifke yöresinden halk dansları sunan İspanyol, Siyah ve Asyalı öğrenciler, ellerinde tahta kaşıklarla adeta şok yaşatıyor. Kafkas ve Giresun halk danslarını geride bırakıp, Türkiye'ye gelme şansını elde ettiler. Gesi bağları, Karahisar kalesi türkülerini ise, Can Cana şarkısını seslendiren bir İspanyol (Hispanik) kız öğrenci geride bıraktı. Şiir dalında ise, tam bir sürpriz vardı. Türkiye'deki finale katılma hakkını Arif Nihat Asya'nın "Bayrak" şiirini okuyan kız öğrenci kazandı. Ancak ben, herkesin San Antonio'dan yarışmaya katılan 10 yaşındaki Benjamin Vega isimli çocuğun, "Sokak Çocukları" şiirini izlemesini isterdim. Başında şapka, elinde boyacı kutusu ile Bedirhan Gökçe'nin eserini o kadar iyi ve hissederek yorumladı ki, görülmeye değerdi. Amerikan Fox TV spikerlerinin sunduğu, Türk ve Amerikan bayraklarının süslediği dev salonda en büyük alkışı o aldı. Ama maalesef, birinci olamadı. İkinci seçildi.
Türkçe Olimpiyatı organizatörlerine ve Teksas'taki hocalarına buradan açık çağrı yapıyorum. "Sokak Çocuğu"nu ne olur kurtarın! Bu şiiri, bu yorumla, tüm Türkiye izlemeli. En az geçtiğimiz yıl Sakarya şiirini okuyan genç kadar başarılı. Tek Türk'ün bulunmadığı yerlerden, Türkçe'yi su gibi konuşturanlara canı gönülden alkışlar. Türkçe'nin evrensel bir barış dili olması yolunda bir beklenti taşımadan bu fedakarlıklara katlananlara sonsuz teşekkürler...
Gülen hareketine mensup gönül erlerinin dünyanın dört bir yanında sessiz sedasız ortaya koydukları bu inanılmaz gayretler, dünyayı daha huzurlu ve yaşanılır bir hale getiriyor.
Dünya, Türkler için daha da küçülüyor...
Pensilvanya'da "Gülen" bir sürgün
Houston'daki "Türkçe Olimpiyatı"nın ardından New York'a döndük. Döner dönmez de Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt ve rehberimiz Muharrem Atlığ'la Pensilvanya'ya doğru yola çıktık...Pensilvanya ABD'nin 50 eyaletinden biri... İlk anayasanın yazıldığı eyalet olması ve daha sınırda " Bağımsızlık" vurgusuna dikkat çekilmesi önemli olduğunu da gösteriyor.Son on yıldır bizim ülke insanları için de önemli. Çünkü Fethullah Gülen orada adeta bir sürgün hayatı yaşıyor.Bu nedenle Anadolu'dan, hatta dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce insan Pensilvanya'ya akın ediyor.Daha yola çıkarken oraya "kamp" denildiğini öğreniyorum. Belli ki çok sayıda insan geliyor, hatta orada kalıyor ki böyle niteleniyor.Bir süre sonra namaz kılmak isteyen arkadaşlar için New Jersey'de ağırlıkla Türklerin yaşadığı bir semtteki "Ulu Cami" nin önünde duruyoruz.Çevre ağırlıkla Türk işletmeleriyle dolu... İstanbul Market, Konya Etli Pide gibi... Biz de New Jersey'de Konya'nın etli pidesini yiyip yeniden yola çıkıyoruz.Yaklaşık 1 saat sonra ormanlık bir yola sapıyoruz. Çok sürmeden rehberimiz "kampa yaklaşıyoruz" diyor.Çevrede tek tek villa türü binalar ağırlıkta. Çok sürmeden de Saylorsburg yazan levha çıkıyor karşımıza... "İşte geldik..." diyor rehberimiz.Dikkatle çevreye bakıyorum. Önümüzde çift kanatlı elektronik bir demir kapı ve birkaç görevlinin olduğu bir kulübe var.
Türkiye'yi hatırlatıyor
Biraz bekliyoruz. Çevrede güvenlik kameraları olduğu söyleniyor. Kar yağmıyor ama sert soğuk insanı çarpıyor. Ve demir kapı açılıyor. Tam içeri girecekken güvenlik nedeniyle cep telefonlarımız alınıyor.Yaklaşık iki saat sonra Pensilvanya Eyaleti'nin her yanı ormanlık bölgesinde içinde Türkiyeli bir kanaat önderinin, bir sivil toplum liderinin veya küçümsenerek söylenen " Taşralı Bir İmam" ın ne derseniz deyin, sürgün hayatına mahkûm edildiği "kamp" tayız.Doğru o geceyi geçireceğimiz villaya gidiyoruz. İçeri girdiğimde hiçbir şey yabancı gelmiyor bana. Ayakkabıların çıkartılıp konulduğu dolap, salon ve odalara konulan, yatak olmaya uygun kanepeler ve duvarlarda Fethullah Gülen sözleri...Her şey Türkiye'yi hatırlatıyor...Geceyi orda geçiyoruz.Kahvaltıda Fethullah Gülen Hoca'yla buluşacağız. Sabah sekiz gibi kaldığımız villadan çıkıyoruz.Kar hafif hafif yağıyor. Ana binaya doğru yürüyoruz. Çevreye bakıyorum... Müthiş güzel ormanlık bir alan. Tam ortalarda büyük bir inşaat sürüyor. Yeni merkez bina olduğu söyleniyor. Anlaşılan bu kampa kalıcı gözüyle bakılıyor.Onun çevresinde de Türkiye'den ve başka bölgelerden gelen insanların kaldığı ikiüç katlı çok sayıda villa var.Sonradan öğreniyorum, her gün yaklaşık 30-40 kişi bu villalarda misafir ediliyor. Biraz yürüdükten sonra ana binaya giriyoruz. İçerisi bir hayli kalabalık. Bir yanda gençler mutfaktan kahvaltılıkları masalara taşıyor. Misafirler ise ayakta üç beş kişilik kümeler halinde ve sessizce bekliyorlar.
Gurbet yaşlandırmış...
Hem kahvaltı salonunu hem de insanların kümelendiği ara bölmeyi geziyorum. İki ayrı yere, Fethullah Gülen'e dünyanın dört bir yanından getirilen hediyelerin sergilendiği cam bölmeler yapılmış...Bir yerde Anadolu'dan gönderilen el yapımı bir kağnı arabası, bir başka bölümde bir tank...Biri Kosova'dan gelmiş öteki Azerbaycan'dan, Mısır'dan... Simgesel, küçük yerel hediyeler...Biz de, kalabalık da Fethullah Gülen'in kahvaltıya inmesini bekliyoruz. Ve saat 8 civarında hoca bulunduğumuz alana doğru geliyor...Yürümekte biraz zorlandığı hemen fark ediliyor.Tam on yıl önce SabahAtv'nin İkitelli binasında yakından gördüğüm Fethullah Hoca'yı yıllar ve gurbet bir hayli yaşlandırmış...Karşısındaki insana incelikle ilgi gösteren, mütevazılığıyla insanı etkileyen Gülen Hoca, tek tek elimizi sıktıktan sonra kahvaltı salonuna geçiyoruz.Biz gazetecileri yakınına oturtuyor.Ve kahvaltı başlıyor.Derin bir sessizlik hâkim salona. Sadece çatal bıçak ve çay yetiştirmeye çalışan gençlerin ayak sesleri hissediliyor.Bir süre hiç kimse konuşmadan kahvaltısını yapıyor.Bu sessizliği Hoca'nın ilaçları ve çay üzerine söyledikleri bozuyor ve bizim merakla beklediğimiz sohbet başlıyor. Bu sohbet biraz da biz üç gazetecinin soruları ekseninde gelişiyor. Çok derine inmeden, pek çok konuda gelişen bir sohbet söz konusu. O sohbetin içinde yerel seçimler de, Ergenekon dava süreci de, GATA'ya yatay geçiş yapanlar da, Demirel ve Cindoruk da, Neoconlara karşı Neoosmanlılar yaklaşımı da var.Fethullah Gülen'in bu konulardaki sözlerine, yarınki yazımızda yer vereceği
Tanzanya'da Gördüğüm Mezarın Sırrı... Altı gün sonra Türkiye'ye döner dönmez, CD'mi başa sardım ve Türkiye gerçeklerine döndüm. Yazacak o kadar çok konu var ki!THY'nin kriz döneminde krizi yönetme adına yaptıkları ve yapmadıkları, Kılıçdaroğlu'nun konferans performansı, Vakit Gazetesi muhabiri karşısında bocalayışı, Haber Türk gazetesinin biçim, içerik ve reklam performansı açısından değerlendirilmesi, ayağımın tozuyla gittiğim Gölgesizler filminin hangi amaçla çekildiği ve Candan Erçetin'in böyle bir filme niye şarkı yazdığı, Sabah Gazetesi'nde yer alan Doğan Grubu'na kesilen vergi cezasının gerekçeleri, Turkcell'in son reklam filminde rol alan çay bardağı...Ancak size verdiğim bir söz var... Tanzanya ve Zanzibar gezi notlarına devam edeceğim... Diğer konuların hepsi bu gezi notları bittikten sonra bu köşede yer alacak...Pazar günü anımsarsanız Tanzanya'nın başkenti Darüsselam'daki Feza Erkek Lisesi'nin içinde ağaçların altında gördüğüm mezarın sırrını yazacağımı söylemiştim.Mezarın üstünde Erkan Çağıl (1969-2006) Gayret-Hizmet, Hicret, Şahadet yazıyordu. Merak ettim, bu mezarın sırrını araştırdım.Erkan Çağıl 1969 yılında Erzurum'un Çayırtepe köyünde Çağıl ailesinin beşinci çocuğu olarak doğmuş...İlkokulu bitirdikten sonra tornacı çırağı olarak çalışmaya başlamış. 17 yaşında Yalova'ya göçmüş, buraya gelen babası onun garsonluk yaptığını görünce sinirlenip memlekete geri götürmüş.Ancak girişken Usta'ya yine Erzurum yetmemiş bu kez İstanbul-Kartal'a gitmiş... Orada demirci kalfası olarak işe başlamış. Askere gidene kadar da burada çalışmış. Usta bir demirci olmuş...1989'da askere gitmiş... Döndüğünde Erzurum'daki ustasıyla birlikte torna atölyesi açmış...Ataerkil bir aileden gelen Erkan Çağıl, babasının öldüğü 1994 yılına kadar kazandığı her kuruşu her gece babasına teslim etmiş, babası da sakalına sürüp "Allah bereket versin" deyip ona geri vermiş.Kızdırmayın Afrika'ya giderim1995 yılında Sultanbeyli'de bir işyeri açan Erkan Çağıl yıllarca Afrika'nın A'sından haberi olmamasına rağmen hatalı davranan işçilerine "Sizin yüzünüzden Afrika'ya gideceğim" demiş...1996 yılında köylüsü Arzu hanımla görücü usulü evlenmiş... İki çocukları olmuş...Askerden dönüşte namaz kılmaya başlayan Erkan Çağıl 2001 yılında Fethullah Gülen Hareketi'nin "dost sohbetleri" davetini kabul edip harekete dahil olmuş...Daha sonra da Sultanbeyli'den bir grup arkadaşı ile birlikte Tanzanya ve Zanzibar'ı ziyarete gelmiş...Burada katıldığı Safari'de Tanzanya'nın yerlileri Massailer'le tanışmış ve onlardan çok etkilenmiş. Daha sonra Türkiye'ye dönünce de Tanzanya'yı unutamamış...Mahalledeki dost sohbetlerinden birinde "Öğretmenler gittiler. Şimdi sıra sizde..." denmiş. Ve arkasından esas soru gelmiş:"Kim buradaki işini gücünü bırakıp yurtdışına iş kurmak üzere gitmek ister? Kim göç etmek ister? Kim ülkesinin iman ve ezan kokan topraklarından kopup kültürümüzü başka ülkelerde tanıtmak gayesiyle, kalbini ve kafasını alıp terk-i diyar eylemek ister? Bu yiğitliği yapacak kim var aranızda?"Erkan Çağıl "Ben varım! Ben, her şeyimi bırakıp yeni bir dünyanın kapısını aralamak ve bir daha dönmemek üzere hicret etmek istiyorum!" demiş.Ve aynı saatlerde başka bir dost sohbetinde "Evet" diyen Murat Karakaya ile birlikte Tanzanya'ya gidip iş kurmuş ve kendini ülkesine hizmete adamış...2005 yılı Kasım ayında gitmeden önce de "Her şeyin var burada, ne işin var Tanzanya'da?" diyenlere şu yanıtı vermiş:"Eyüp el Ensarî (Eyüp Sultan) ta Medine'den medeniyetin beşiğinden ne için geldiyse ben de aynı sebeple buradan Tanzanya'ya göç etmek istiyorum. Mesele para kazanmak değil. Onların işi gücü yok muydu? Biz de Müslüman'ız. Onlar da Müslüman'dı."Erkan Çağıl 2006 yılına kadar Tanzanya'da çalışmış hem oradaki ana okulu, hem ilkokul hem de liseye büyük hizmetleri olmuş. En büyük amacı da orada bir üniversite açmakmış...Beni bu ağacın altına gömün...2006'nın Kasım ayında Feza Erkek Lisesi'nin bahçesinde arkadaşları ile otururken bir hizmet verdiği okula bakmış, sonra oturduğu ağacın cesametine, içinde yaşadığı huzur duygusuyla şöyle demiş:Öldüğümde beni bu ağacın altına gömün!Bu olaydan on beş gün sonra Darülsalem'da üniversite yeri bakmak için gittiği bir gezide, kendi kullanmadığı bir araçta kaza geçirmiş Erkan Çağıl...Sekiz gün sonra da kaldırıldığı hastanede enfeksiyon sonucu yaşamını yitirmiş.İşte size mezarın sırrı...Sanırım bu sır Tanzanya'da ve Zanzibar'da gördüğüm okullarda (ve de dünyanın dört köşesindeki Fethullah Gülen Hareketi okullarında) hiçbir karşılık beklemeden hizmet veren öğretmenlerin, yine bu okullara hizmet eden iş adamlarının ve de onları Türkiye'den destekleyen "gönüllü sponsorların" sırrı...Bu sır sanırım Fethullah Gülen Hareketi'nin başarısının sırrı... Akılla değil de "gönülle" hareket eden insanların sırrı...Açıkçası bu sır beni çok etkiledi... Siz gelin de şimdi bu hareketin samimiyetini sorgulayın... Mümkün mü?Not: Erkan Çağıl'ın öyküsü için Sibel Giray Özşirin'in editörlüğünü yaptığı ve yakında Gazeteci ve Yazarlar Vakfı tarafından basılacak notlardan yararlandım.Okulun içindeki mezar etkileyici ancak Tanzanya'daki okul yöneticilerinin pedogojik açıdan mezarın yerini "mutlaka" gözden geçirmelerinde yarar olduğunu düşünüyorum.
Ali Atif BirBugün03.03.2009
Pensilvanya'da "Gülen" bir sürgün Houston'daki "Türkçe Olimpiyatı"nın ardından New York'a döndük. Döner dönmez de Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt ve rehberimiz Muharrem Atlığ'la Pensilvanya'ya doğru yola çıktık...Pensilvanya ABD'nin 50 eyaletinden biri... İlk anayasanın yazıldığı eyalet olması ve daha sınırda " Bağımsızlık" vurgusuna dikkat çekilmesi önemli olduğunu da gösteriyor.Son on yıldır bizim ülke insanları için de önemli. Çünkü Fethullah Gülen orada adeta bir sürgün hayatı yaşıyor.Bu nedenle Anadolu'dan, hatta dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce insan Pensilvanya'ya akın ediyor.Daha yola çıkarken oraya "kamp" denildiğini öğreniyorum. Belli ki çok sayıda insan geliyor, hatta orada kalıyor ki böyle niteleniyor.Bir süre sonra namaz kılmak isteyen arkadaşlar için New Jersey'de ağırlıkla Türklerin yaşadığı bir semtteki "Ulu Cami" nin önünde duruyoruz.Çevre ağırlıkla Türk işletmeleriyle dolu... İstanbul Market, Konya Etli Pide gibi... Biz de New Jersey'de Konya'nın etli pidesini yiyip yeniden yola çıkıyoruz.Yaklaşık 1 saat sonra ormanlık bir yola sapıyoruz. Çok sürmeden rehberimiz "kampa yaklaşıyoruz" diyor.Çevrede tek tek villa türü binalar ağırlıkta. Çok sürmeden de Saylorsburg yazan levha çıkıyor karşımıza... "İşte geldik..." diyor rehberimiz.Dikkatle çevreye bakıyorum. Önümüzde çift kanatlı elektronik bir demir kapı ve birkaç görevlinin olduğu bir kulübe var. Türkiye'yi hatırlatıyor Biraz bekliyoruz. Çevrede güvenlik kameraları olduğu söyleniyor. Kar yağmıyor ama sert soğuk insanı çarpıyor. Ve demir kapı açılıyor. Tam içeri girecekken güvenlik nedeniyle cep telefonlarımız alınıyor.Yaklaşık iki saat sonra Pensilvanya Eyaleti'nin her yanı ormanlık bölgesinde içinde Türkiyeli bir kanaat önderinin, bir sivil toplum liderinin veya küçümsenerek söylenen " Taşralı Bir İmam" ın ne derseniz deyin, sürgün hayatına mahkûm edildiği "kamp" tayız.Doğru o geceyi geçireceğimiz villaya gidiyoruz. İçeri girdiğimde hiçbir şey yabancı gelmiyor bana. Ayakkabıların çıkartılıp konulduğu dolap, salon ve odalara konulan, yatak olmaya uygun kanepeler ve duvarlarda Fethullah Gülen sözleri...Her şey Türkiye'yi hatırlatıyor...Geceyi orda geçiyoruz.Kahvaltıda Fethullah Gülen Hoca'yla buluşacağız. Sabah sekiz gibi kaldığımız villadan çıkıyoruz.Kar hafif hafif yağıyor. Ana binaya doğru yürüyoruz. Çevreye bakıyorum... Müthiş güzel ormanlık bir alan. Tam ortalarda büyük bir inşaat sürüyor. Yeni merkez bina olduğu söyleniyor. Anlaşılan bu kampa kalıcı gözüyle bakılıyor.Onun çevresinde de Türkiye'den ve başka bölgelerden gelen insanların kaldığı ikiüç katlı çok sayıda villa var.Sonradan öğreniyorum, her gün yaklaşık 30-40 kişi bu villalarda misafir ediliyor. Biraz yürüdükten sonra ana binaya giriyoruz. İçerisi bir hayli kalabalık. Bir yanda gençler mutfaktan kahvaltılıkları masalara taşıyor. Misafirler ise ayakta üç beş kişilik kümeler halinde ve sessizce bekliyorlar. Gurbet yaşlandırmış Hem kahvaltı salonunu hem de insanların kümelendiği ara bölmeyi geziyorum. İki ayrı yere, Fethullah Gülen'e dünyanın dört bir yanından getirilen hediyelerin sergilendiği cam bölmeler yapılmış...Bir yerde Anadolu'dan gönderilen el yapımı bir kağnı arabası, bir başka bölümde bir tank...Biri Kosova'dan gelmiş öteki Azerbaycan'dan, Mısır'dan... Simgesel, küçük yerel hediyeler...Biz de, kalabalık da Fethullah Gülen'in kahvaltıya inmesini bekliyoruz. Ve saat 8 civarında hoca bulunduğumuz alana doğru geliyor...Yürümekte biraz zorlandığı hemen fark ediliyor.Tam on yıl önce SabahAtv'nin İkitelli binasında yakından gördüğüm Fethullah Hoca'yı yıllar ve gurbet bir hayli yaşlandırmış...Karşısındaki insana incelikle ilgi gösteren, mütevazılığıyla insanı etkileyen Gülen Hoca, tek tek elimizi sıktıktan sonra kahvaltı salonuna geçiyoruz.Biz gazetecileri yakınına oturtuyor.Ve kahvaltı başlıyor.Derin bir sessizlik hâkim salona. Sadece çatal bıçak ve çay yetiştirmeye çalışan gençlerin ayak sesleri hissediliyor.Bir süre hiç kimse konuşmadan kahvaltısını yapıyor.Bu sessizliği Hoca'nın ilaçları ve çay üzerine söyledikleri bozuyor ve bizim merakla beklediğimiz sohbet başlıyor. Bu sohbet biraz da biz üç gazetecinin soruları ekseninde gelişiyor. Çok derine inmeden, pek çok konuda gelişen bir sohbet söz konusu. O sohbetin içinde yerel seçimler de, Ergenekon dava süreci de, GATA'ya yatay geçiş yapanlar da, Demirel ve Cindoruk da, Neoconlara karşı Neoosmanlılar yaklaşımı da var.Fethullah Gülen'in bu konulardaki sözlerine, yarınki yazımızda yer vereceğiz.
ALINTIDIR...
samanyolufanları.com
Sahnede çok güzel genç bir kız; Adı Juliana ...
Şarkısını söylemeden önce şöyle diyor:
"Sizlere El Paso'dan kucak dolusu sevgiler getirdim..."
El Paso nere, Türkiye nere...
Meksika sınırındaki El Paso'lu Juliana Cuartes bu sözleri Houston'da Türkçe söylüyor. Sonra da "Kızım Diyor" u söylemeye başlıyor hüzünlü ve buğulu sesiyle: "Ben ne zaman bir of çeksem hatırıma annem geliyor..."Onu San Antoniolu, Dallaslı, Houstonlu diğer çocuklar izliyor.Kimi Necip Fazıl'dan, Ömer Lütfü Mete'den şiir okuyor, kimi Gesi Bağları'nı söylüyor, kimileri de Silifke'nin kaşıklı halk oyunlarını oynuyor.
Fethullah Gülen Hareketi'nin içinde yer alan Cosmos Vakfı tarafından Teksas Eyaleti'nin Houston kentinde düzenlenen "Türkçe Olimpiyatı"ndayız.
Türkiye'ye dünyanın dört bir yanından konuk gelen farklı renklerden, farklı din ve dillerden çocukların Türkçe konuşmalarına az çok aşinayız.Ama aynı şeyi Türkiye'nin 10 bin kilometre uzağında, ABD'nin Houston şehrinde izlemek gerçekten ilginç ve bir o kadar da etkileyici.
Burada sadece sahneye çıkan o çocuklar yok. Onları izlemeye gelen aileleri de var.Etkinlik boyunca coşku ve sempatiyle Türkçe şiir okuyan, şarkı söyleyen, çocukları izleyip alkışladılar.Siyah, beyaz, Hispanik, Asyalı tüm Amerikalılar oradaydı.Ve hepsinin kafasında yeni bir Türkiye imajı doğuyordu.Bunu en iyi biçimde seçimle gelen bölge vali yardımcısı Judge Ed Emmett ifade etti:"Yıllar önce bir garsondan Türkiye adını duymuştum. Ama şimdi çok daha fazla insan tanıyor ve Türkiye'yi biliyorum. Bu etkinliklerle Amerika çok kültürlü bir yapıya kavuşuyor."
Türkiye'yi duyunca şaşırmıyorlar
15-20 yıl önce böyle bir olasılıktan söz edilse kimse inanmazdı.O dönemlerde onlar bizi hiç tanımıyor, biz ise daha çok Hollywood'un kovboy filmlerinden, Türkiye'yi kasıp kavuran Ceyar'lı Dallas dizisinden, Bush'un memleketi olmasından ya da rahmetli Turgut Özal'ın kalp ameliyatından Houston'u biliyorduk, biraz da Teksas'tan haberdardık.Peki ya şimdi?Şimdi Houston'da, Dallas veya El Paso'da Türkiye dediğinizde en azından kent merkezlerinde artık kimse dönüp yüzünüze şaşkın şaşkın bakmıyor.Hatta alışveriş merkezlerine sorsanız çok rahat biçimde birkaç Türkiyeliyi bulma şansınız bile var.Ama daha önemlisi Fethullah Gülen Hareketi içinde yer alan vakıfların Teksas'ın dört büyük şehrinde kurdukları okullar gerçeği...
Gönüllü Türkiye reklamı
O okullarda yaklaşık 8 bin öğrenci eğitim görüyor.Onlarca Türk öğretmen bu okullarda görev yapıyor. Ve her biri birer gönüllü reklamcı gibi Türkiye'yi dünyaya tanıtıyor.Bu durumda dünyanın bir ucu Teksas'ta okullar açmanın ne anlama geldiği açık değil mi?Daha önce de bu okulları ziyaret eden biri olarak her defasında hep aynı sorunun cevabını aradım:"Acaba Türkiye'de bu okullarda nasıl bir eğitim verildiğini ve Türkiye'ye hizmet edildiğini görecek bir devlet aklı yok mu?
Yüzlerce bayrak. Türk, Amerikan ve Teksas bayrakları...
3 bin kişilik bir salon. Dörtte üçü dolu. Büyük kısmı çocuklardan oluşuyor. Yüzlerce bayrak. Türk, Amerikan ve Teksas bayrakları...
Bu Harmony okullar zincirinin Teksas'taki 19 okulunda gerçekleşen yarışmalardan süzülüp gelen ekiplerin final yarışması
Mini Türkçe olimpiyatı.
Türkiye'de yapılacak olan büyük Türkçe Olimpiyatı'na hazırlık.Üç dalda yarışma olacak. Biz de, Bugün'den Genel Yayın Yönetmenimiz Erhan Başyurt, Sabah'tan Mahmut Övür'le birlikte 14 kişilik jüri içerisindeyiz.Şiir, şarkı ve folklor.Necip Fazıl'dan Çile ile başlayıp, Ömer Lütfi Mete'nin Gülce'si, Arif Nihat'ın Bayrak'ı ile ve Bedirhan Gökçe'nin Sokak Çocuğu ile devam eden şiirler...Teksas'ta...Sonra şarkılar geliyor. Cancana, Gurbet, Karahisar Kalesi ve Gesi Bağları... Amerikalı çocuklardan tamamen Türkiye'ye has sesler...Ardından bir folklor şöleni... Kafkas'ı, Giresun oyunları ve Silifke ile...Salon çığlık çığlığa... Her grup çıktığında, salonu dolduran aynı okulun çocuklarının heyecan dalgası çığlıklara yansıyor.Düşünüyorum:Acaba Türkiye, başka hangi programla, dünyanın bilmem hangi coğrafyasında binlerce çocuğun elinde kendi bayrakları yanında ay-yıldızlı bayrağı taşıtabiliyor?Burası Teksas'ın en büyük şehri Houston.Bu süreçte daha başka yüzü aşkın ülkede, böyle manzaralara tanık olmak mümkün. Orta Asya'dan, Rusya'dan, Afrika'nın en uzak bölgelerinden Amerika'ya kadar...Bu hareket, başka ülkelerde de Türk okulları açıyor. Amerika'da başka bir okul türü içinde çalışıyor.Charter (Çartır) okulları...Eğitim kadrosunu kurucuların oluşturduğu, öğrenim ücretini devletin ödediği bir sistem bu. Türkçe, İspanyolca gibi seçmeli bir dil ve ilginç, genelde öğrencilerin yüzde 50'si seçmeli dil olarak Türkçe'yi tercih ediyor.Teksas'ta böyle 19 okul var, tüm Amerika'da 200'e yakın.Şu andaki uygulamada, 5 yaşından, ana okulundan alınıyor ve ilköğretim sonuna kadar okutuluyor. Lise öğrenimi de yakında devreye sokulacak.Okulların başarısı gittikçe kanıtlanıyor ve bu, okullara ilgiyi artırıyor. Bu sene açılan bir okula, hiçbir tanıtım çalışması yapılmadan 3 bin kişi müracaat etmiş. Oysa kontenjan 300 kişi...Tercih sebebi ne?Amerika'da liseye kadar olan eğitim döneminden matematik ve fen derslerinin genelde çok zayıf olması.Bu okullar bu alanda fark oluşturuyorlar.Bir de "öğretmen" unsuru.Bu okulların öğretmeni başka.Bu öğretmenler gittikleri bütün coğrafyalarda fark oluşturdular. Ama Batı ülkelerinde daha bir fark oluşturdular.Batı'da aileler çocuklarını alıp götüren savruluşlardan şikayetçi. Her tür uyuşturucu ve öteki kötü alışkanlıkların getirdiği savruluşlardan.Bu öğretmenler, kısa sürede öğrenci ile kurdukları iletişimle, çocukları genel toplumsal savruluşun dışına taşımayı başarıyor.Ve bir de matematik vs. alanlarında yapılan olimpiyatlarda gösterilen başarı...Henüz üniversite çağında öğrencileri yok ama oraya doğru yürüyorlar ve o alanda başarıyı hedefliyorlar.İyi insan ve başarı birleşince, ilgi odağı olmakta gecikmiyorsunuz.İşte bu... Houston'daki manzara bunun eseri.Şimdi tüm dünyada böyle bir Türk canlılığı var.Önemli olan, gittikleri yerlerde yadırganmayan, yabancılık tepkisine maruz kalmayan, çevre ile iletişimi (Bunun adı diyalog) gerçekleştirmiş bir Türk canlılığı bu...Öğretmenler genç insanlar.Çoğu 30'lu yaşlara varmamış henüz.Kişilikleri ile bu çok farklı toplumlarda, insani bir damara hitap etmeyi başarmışlar. Ortak payda, bizim insanımızın kişiliğinde somutlaşan insanlık ortak paydası.Türk olarak oradasınız, o kimliğinizle sergilediğiniz insani değerler ilgi ve güven odağı haline gelebiliyor.Bizimle ilgili negatif propagandaların rahatsız edici boyutta olduğu zamanımızda, üstelik bu negatif propagandanın en etkin biçimde uygulandığı Amerika'da, bu pozitif hamleden mutluluk duymamak mümkün değil.Üstelik hareket, Houston'da bir de Turkuaz Kültür Merkezi açmış.Bizim de misafir edildiğimiz kültür merkezi, kültürel varlığımızın bu coğrafyaya taşınmasında çekirdek bir hizmet ünitesi olmaya aday.Harmony eğitim kurumları ve Türk Kültür Merkezi, bir yandan Amerikalı çocuklara Türkçe'yi ve onunla bağlantılı olarak Anadolu'da boy salan kültür değerlerini aktarırken, bir başka hayati görevi daha ifa ediyor.O da şu:Bugün artık Amerika'da da, Avrupa'da da, dünyanın başka ülkelerinde de çok sayıda Türk aile var.Peki bu ailelerin çocukları kendi kültür varlıkları ile nasıl tanışacaklar? Daha önemlisi kendi dillerini nasıl öğrenecekler?-Evet, çocuklarımız Türkçe'yi unutuyor.Bu, Türkiye'nin dışında yaşayan ailelerin Şark'tan garba en önemli problemi.Aileler veremiyor, yaşanan ülkelerin okulları vermiyor, sonra...Sonrası kendi kültürüne yabancılaşan çocuklar...--Bu okullarımız, Türk ailelerin çocuklarının Türkçe'yi kaybetmemeleri için büyük önem taşıyor.İlginç bir durum da şu:Misafir olarak kaldığımız Turkuaz Kültür Merkezi'nde cumartesi günü, Boşnak çocukların bir sunumu vardı. Öğretmenleri onlara diyelim bir çocuk oyununu öğretmiş, o gün velilere sunum yapacaklar.Boşnak çocuklar.Bunu Ahıskalı çocuklar için de yapıyor Kültür Merkezi.Yani, bir kültür coğrafyasının ortak çatısı oluyor.Bunların ne kadar önemli olduğunu, oradaki ailelerin duygularına tanık olduğunuzda daha iyi anlıyorsunuz.5 kıtada koşanlar, dedim başlıkta...Öğretmen boyutunu anlattım.Ama onlar yalnız değil.Biz orada iken, Kayseri'den, Adana'dan da işadamları grubu orada idiler.Houston'daki çalışmaların başlangıcında katkıda bulunmuşlar. Hizmetlerde ilk tuğlalar onların himmeti ile bulunmuş.Gelmişler, okulları gezmişler, başarılara tanık olmuşlar, dönerken gözlerinin içi gülüyordu.Bu hareket, Türkiye'nin canlılığı dedim.Türkiye, bizi kimse sevmiyor, diye ağlamıyor."Türkiye'yi tanımak istiyorsanız, işte onun erdemli dünyası..." gibi bir iddia var bu harekette.Denize bir şekilde atılmış ve yüzmeyi öğrenmiş bir insan varlığı söz konusu burada Türkiye adına...Houston'da, Amerika'da iş yapan Türk işadamlarıyla da tanışma imkanımız oldu.Amerikan ordusunun bazı ihtiyaçlarını tedarik eden bir şirketin yöneticisi genç bir insan, Atilla Bey, mülk alım satımında bölgesinin en etkin ismi haline gelmiş bir başkası (Engin Bey), işadamları derneği bünyesinde hizmet veren Ertuğrul Bey, adeta "Burada neden daha çok yokuz?" isyanını seslendiriyorlar."Şu kriz döneminde Zorlu, Koç, OYAK neden gelip de, bu alanın, dünyada tanınmış ama şu anda zorluklar yaşayan şirketlerinin bir miktar hissesini almaz?" diye soruyorlar.Burada çalışınca, bu iklimin kıran kırana şartlarına karşı şerbetlenince ve koca Amerikan ekonomisinin, sonunda gelip dayandığı derin krize tanık olunca, sanki, sistemin sorunlarını baştan ayağı çözümleyen filozofça bakışlara sahip olmuşlar. Yani iş, Türkiye'den bakınca başka görünüyor, Amerika'dan, Rusya'dan, Afrika'dan, yani global pencereden bakınca başka görünüyor.Suudi Arabistan gezimizde, işadamlarının Arapça sıkıntısı dile getirilmişti, burada bir başka dil, İngilizce sıkıntısı dile geliyor. Global oyuncu olmamak için hiçbir sebep yok. Ama dünyada oyun kuracak ve adım adım onu icra edecek kadar dil sahibi olmak şartıyla...Bunları görünce, dünyanın geleceğine dönük umudunuz artıyor.Türkiye, Afrika'da kurban kesti. Kuyu açtı. Katarakt ameliyatları ile Afrikalı çocukların gözlerini açtı.Türkiye Açe'ye gitti.İran'a, Pakistan'a gitti.Türkiye, Avustralya'ya, Brezilya'ya, İngiltere'ye gitti.Türkiye'nin evrenselle akrabalığı var.Yazının sonunu şöyle bağlamak istiyorum.-5 kıtada, iyilik üzerine olsun da, hangi saikla olursa olsun, koşanlara selam.....
ERHAN BAŞYURT (Bugün Gazetesi)
Teksas'ta bir "Sokak Çocuğu" ve Üzeyir Garih'in referansı...
Dünya mı küçülüyor yoksa Türkiye mi büyüyor? Sanırım her ikisi de. Küreselleşme hem iletişim hem de ulaşım imkanlarıyla dünyayı köy haline getirdi.
Ona uyum sağlayan Türk girişimciler de hızla dünyaya açılıp, süreci lehlerine çevirdiler. Özellikle de Fethullah Gülen hareketinin bu inanılmaz açılımda büyük rolü var. Hafta sonu çok değerli yazarımız Ahmet Taşgetiren ve Sabah'tan Mahmut Övür'le Teksas Houston'daydım. NBA takımı Houston Rockets'ın stadının yanı başında, uluslararası sergi sarayında müthiş bir "final" yarışması izledim. Sıkı durun, bu bir basket maçı veya beyzbol değil, Türkçe Olimpiyatı Teksas Amerika Finali idi. "Teksas nere Türkiye nere, ne Türkçesi?" dediğinizi duyar gibiyim... Kovboyların yurdu, petrolün başkenti Houston'da onlarca okulun öğrencisi Türkiye'deki finallere katılmak için yarıştılar. Amerika'da Türkler'in en az olduğu Teksas Eyaleti'nde bu katılım son derece şaşırtıcı. Türk girişimcilerin kurduğu Horizon (Ufuk) Vakfı 2000'de, bölgedeki ilk "charter" okullarını açmışlar. "Charter" okullar, devletin öğrenci başına destek ödediği, halk okulları. Özel okulların aksine, öğrenci seçme imkanı yok. Siyah, beyaz, İspanyol, Asyalı... Başvuran herkes okuyabiliyor. Ancak, okulu kendi imkanlarınızla açıyor, işletmeyi kendiniz yapıyorsunuz. Devlet, her yıl yaptığı Eyalet geneli sınavlarla başarınızı ölçüyor. Üç yıl arka arkaya başarısız olanın ya da etnik gruplar arasında başarı dengesi sağlayamayanın lisansını iptal ediyor. Horizon Vakfı'nın okulları, "pekiyi" derecesinde. Bu okullarda okuyan öğrencilerin hazırladığı, "robotic" projesi dünya finallerinde Amerika'yı temsil edecek. Bu nedenle, son okullarını açtıklarında 300 kişilik kadro için 3 bin başvuru olmuş. Kura ile öğrenciler belirlenmiş... Okulların özelliği özellikle fen bilimleri hocalarının Türk olması. Ve daha ilginci, Türkçe'nin de seçmeli ders olarak okutulması. Öğrencilerin neredeyse yarısı Türkçe'yi yarısı da İspanyolca'yı tercih ediyormuş. Türkçe ilgisi gerçekten sevindirici. Bu tercihteki en büyük etken, hocalarına olan yoğun saygı ve sevgileri... Gülen hareketine mensup girişimciler, ilk okullarını daha önce Museviler'e ait bir okulu devralarak işletmeye başlamış. Hikayesi son derece ilgi çekici. Musevi Cemaati, referans istemiş. Onlar da bir yıl bir enerji konferansına geldiğinde temas kurdukları, ağırladıkları Üzeyir Garih'e başvurmuşlar. Garih, irtibat telefonlarını almış. Houston'daki mütevellide yer alan bir arkadaşına ulaşmış. Türk girişimcilere kefil olmuş. "Ödemezlerse, ben ödeyeceğim" demiş... Kapılar açılmış. İkinci okul 2001'de, bu kez bir kilise okulu. Onlar da deneme amaçlı tahsis etmişler. Teksas'ın sınır kasabası El Paso'da ise kilise cemaati, çok memnun kaldıkları için 6 milyon dolarlık bir yatırımla lise kısmını bizzat kendileri inşa edip vakfa tahsis etmişler. Bu okullar, ana okulundan lise sona kadar eğitim verebiliyor. Türk okulları başarılı oldukça, kapılar daha kolay açılmış. Şu an eyalet genelinde 19 okul var. 2009 sonunda 30'u bulacak. Öğrenci sayıları yaklaşık 8 bin. İlk mezunlarını vermeye başlamışlar. Hocaların yüzde 30'u Türk, öğrencilerinse yüzde 10'u bile Müslüman değil. Evrensel barış elçileri, dünyaya huzuru yaymak için çabalayan çağdaş erenler, hiçbir kâr amacı gütmeden şimdi de bir üniversite girişimine başlamışlar. Türk okullarının en çok şu üç özelliği takdir topluyor. Öğrencilere saygı ve şefkati öğretiyorlar. Okullarına uyuşturucu ve çeteler giremiyor. Ailelerle de sıcak güven bağı kuruyorlar. Sonuçta, Türkçe Olimpiyatı elemelerinde yaşanan muhteşem tablo ortaya çıkıyor. Silifke yöresinden halk dansları sunan İspanyol, Siyah ve Asyalı öğrenciler, ellerinde tahta kaşıklarla adeta şok yaşatıyor. Kafkas ve Giresun halk danslarını geride bırakıp, Türkiye'ye gelme şansını elde ettiler. Gesi bağları, Karahisar kalesi türkülerini ise, Can Cana şarkısını seslendiren bir İspanyol (Hispanik) kız öğrenci geride bıraktı. Şiir dalında ise, tam bir sürpriz vardı. Türkiye'deki finale katılma hakkını Arif Nihat Asya'nın "Bayrak" şiirini okuyan kız öğrenci kazandı. Ancak ben, herkesin San Antonio'dan yarışmaya katılan 10 yaşındaki Benjamin Vega isimli çocuğun, "Sokak Çocukları" şiirini izlemesini isterdim. Başında şapka, elinde boyacı kutusu ile Bedirhan Gökçe'nin eserini o kadar iyi ve hissederek yorumladı ki, görülmeye değerdi. Amerikan Fox TV spikerlerinin sunduğu, Türk ve Amerikan bayraklarının süslediği dev salonda en büyük alkışı o aldı. Ama maalesef, birinci olamadı. İkinci seçildi.
Türkçe Olimpiyatı organizatörlerine ve Teksas'taki hocalarına buradan açık çağrı yapıyorum. "Sokak Çocuğu"nu ne olur kurtarın! Bu şiiri, bu yorumla, tüm Türkiye izlemeli. En az geçtiğimiz yıl Sakarya şiirini okuyan genç kadar başarılı. Tek Türk'ün bulunmadığı yerlerden, Türkçe'yi su gibi konuşturanlara canı gönülden alkışlar. Türkçe'nin evrensel bir barış dili olması yolunda bir beklenti taşımadan bu fedakarlıklara katlananlara sonsuz teşekkürler...
Gülen hareketine mensup gönül erlerinin dünyanın dört bir yanında sessiz sedasız ortaya koydukları bu inanılmaz gayretler, dünyayı daha huzurlu ve yaşanılır bir hale getiriyor.
Dünya, Türkler için daha da küçülüyor...
Pensilvanya'da "Gülen" bir sürgün
Houston'daki "Türkçe Olimpiyatı"nın ardından New York'a döndük. Döner dönmez de Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt ve rehberimiz Muharrem Atlığ'la Pensilvanya'ya doğru yola çıktık...Pensilvanya ABD'nin 50 eyaletinden biri... İlk anayasanın yazıldığı eyalet olması ve daha sınırda " Bağımsızlık" vurgusuna dikkat çekilmesi önemli olduğunu da gösteriyor.Son on yıldır bizim ülke insanları için de önemli. Çünkü Fethullah Gülen orada adeta bir sürgün hayatı yaşıyor.Bu nedenle Anadolu'dan, hatta dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce insan Pensilvanya'ya akın ediyor.Daha yola çıkarken oraya "kamp" denildiğini öğreniyorum. Belli ki çok sayıda insan geliyor, hatta orada kalıyor ki böyle niteleniyor.Bir süre sonra namaz kılmak isteyen arkadaşlar için New Jersey'de ağırlıkla Türklerin yaşadığı bir semtteki "Ulu Cami" nin önünde duruyoruz.Çevre ağırlıkla Türk işletmeleriyle dolu... İstanbul Market, Konya Etli Pide gibi... Biz de New Jersey'de Konya'nın etli pidesini yiyip yeniden yola çıkıyoruz.Yaklaşık 1 saat sonra ormanlık bir yola sapıyoruz. Çok sürmeden rehberimiz "kampa yaklaşıyoruz" diyor.Çevrede tek tek villa türü binalar ağırlıkta. Çok sürmeden de Saylorsburg yazan levha çıkıyor karşımıza... "İşte geldik..." diyor rehberimiz.Dikkatle çevreye bakıyorum. Önümüzde çift kanatlı elektronik bir demir kapı ve birkaç görevlinin olduğu bir kulübe var.
Türkiye'yi hatırlatıyor
Biraz bekliyoruz. Çevrede güvenlik kameraları olduğu söyleniyor. Kar yağmıyor ama sert soğuk insanı çarpıyor. Ve demir kapı açılıyor. Tam içeri girecekken güvenlik nedeniyle cep telefonlarımız alınıyor.Yaklaşık iki saat sonra Pensilvanya Eyaleti'nin her yanı ormanlık bölgesinde içinde Türkiyeli bir kanaat önderinin, bir sivil toplum liderinin veya küçümsenerek söylenen " Taşralı Bir İmam" ın ne derseniz deyin, sürgün hayatına mahkûm edildiği "kamp" tayız.Doğru o geceyi geçireceğimiz villaya gidiyoruz. İçeri girdiğimde hiçbir şey yabancı gelmiyor bana. Ayakkabıların çıkartılıp konulduğu dolap, salon ve odalara konulan, yatak olmaya uygun kanepeler ve duvarlarda Fethullah Gülen sözleri...Her şey Türkiye'yi hatırlatıyor...Geceyi orda geçiyoruz.Kahvaltıda Fethullah Gülen Hoca'yla buluşacağız. Sabah sekiz gibi kaldığımız villadan çıkıyoruz.Kar hafif hafif yağıyor. Ana binaya doğru yürüyoruz. Çevreye bakıyorum... Müthiş güzel ormanlık bir alan. Tam ortalarda büyük bir inşaat sürüyor. Yeni merkez bina olduğu söyleniyor. Anlaşılan bu kampa kalıcı gözüyle bakılıyor.Onun çevresinde de Türkiye'den ve başka bölgelerden gelen insanların kaldığı ikiüç katlı çok sayıda villa var.Sonradan öğreniyorum, her gün yaklaşık 30-40 kişi bu villalarda misafir ediliyor. Biraz yürüdükten sonra ana binaya giriyoruz. İçerisi bir hayli kalabalık. Bir yanda gençler mutfaktan kahvaltılıkları masalara taşıyor. Misafirler ise ayakta üç beş kişilik kümeler halinde ve sessizce bekliyorlar.
Gurbet yaşlandırmış...
Hem kahvaltı salonunu hem de insanların kümelendiği ara bölmeyi geziyorum. İki ayrı yere, Fethullah Gülen'e dünyanın dört bir yanından getirilen hediyelerin sergilendiği cam bölmeler yapılmış...Bir yerde Anadolu'dan gönderilen el yapımı bir kağnı arabası, bir başka bölümde bir tank...Biri Kosova'dan gelmiş öteki Azerbaycan'dan, Mısır'dan... Simgesel, küçük yerel hediyeler...Biz de, kalabalık da Fethullah Gülen'in kahvaltıya inmesini bekliyoruz. Ve saat 8 civarında hoca bulunduğumuz alana doğru geliyor...Yürümekte biraz zorlandığı hemen fark ediliyor.Tam on yıl önce SabahAtv'nin İkitelli binasında yakından gördüğüm Fethullah Hoca'yı yıllar ve gurbet bir hayli yaşlandırmış...Karşısındaki insana incelikle ilgi gösteren, mütevazılığıyla insanı etkileyen Gülen Hoca, tek tek elimizi sıktıktan sonra kahvaltı salonuna geçiyoruz.Biz gazetecileri yakınına oturtuyor.Ve kahvaltı başlıyor.Derin bir sessizlik hâkim salona. Sadece çatal bıçak ve çay yetiştirmeye çalışan gençlerin ayak sesleri hissediliyor.Bir süre hiç kimse konuşmadan kahvaltısını yapıyor.Bu sessizliği Hoca'nın ilaçları ve çay üzerine söyledikleri bozuyor ve bizim merakla beklediğimiz sohbet başlıyor. Bu sohbet biraz da biz üç gazetecinin soruları ekseninde gelişiyor. Çok derine inmeden, pek çok konuda gelişen bir sohbet söz konusu. O sohbetin içinde yerel seçimler de, Ergenekon dava süreci de, GATA'ya yatay geçiş yapanlar da, Demirel ve Cindoruk da, Neoconlara karşı Neoosmanlılar yaklaşımı da var.Fethullah Gülen'in bu konulardaki sözlerine, yarınki yazımızda yer vereceği
Tanzanya'da Gördüğüm Mezarın Sırrı... Altı gün sonra Türkiye'ye döner dönmez, CD'mi başa sardım ve Türkiye gerçeklerine döndüm. Yazacak o kadar çok konu var ki!THY'nin kriz döneminde krizi yönetme adına yaptıkları ve yapmadıkları, Kılıçdaroğlu'nun konferans performansı, Vakit Gazetesi muhabiri karşısında bocalayışı, Haber Türk gazetesinin biçim, içerik ve reklam performansı açısından değerlendirilmesi, ayağımın tozuyla gittiğim Gölgesizler filminin hangi amaçla çekildiği ve Candan Erçetin'in böyle bir filme niye şarkı yazdığı, Sabah Gazetesi'nde yer alan Doğan Grubu'na kesilen vergi cezasının gerekçeleri, Turkcell'in son reklam filminde rol alan çay bardağı...Ancak size verdiğim bir söz var... Tanzanya ve Zanzibar gezi notlarına devam edeceğim... Diğer konuların hepsi bu gezi notları bittikten sonra bu köşede yer alacak...Pazar günü anımsarsanız Tanzanya'nın başkenti Darüsselam'daki Feza Erkek Lisesi'nin içinde ağaçların altında gördüğüm mezarın sırrını yazacağımı söylemiştim.Mezarın üstünde Erkan Çağıl (1969-2006) Gayret-Hizmet, Hicret, Şahadet yazıyordu. Merak ettim, bu mezarın sırrını araştırdım.Erkan Çağıl 1969 yılında Erzurum'un Çayırtepe köyünde Çağıl ailesinin beşinci çocuğu olarak doğmuş...İlkokulu bitirdikten sonra tornacı çırağı olarak çalışmaya başlamış. 17 yaşında Yalova'ya göçmüş, buraya gelen babası onun garsonluk yaptığını görünce sinirlenip memlekete geri götürmüş.Ancak girişken Usta'ya yine Erzurum yetmemiş bu kez İstanbul-Kartal'a gitmiş... Orada demirci kalfası olarak işe başlamış. Askere gidene kadar da burada çalışmış. Usta bir demirci olmuş...1989'da askere gitmiş... Döndüğünde Erzurum'daki ustasıyla birlikte torna atölyesi açmış...Ataerkil bir aileden gelen Erkan Çağıl, babasının öldüğü 1994 yılına kadar kazandığı her kuruşu her gece babasına teslim etmiş, babası da sakalına sürüp "Allah bereket versin" deyip ona geri vermiş.Kızdırmayın Afrika'ya giderim1995 yılında Sultanbeyli'de bir işyeri açan Erkan Çağıl yıllarca Afrika'nın A'sından haberi olmamasına rağmen hatalı davranan işçilerine "Sizin yüzünüzden Afrika'ya gideceğim" demiş...1996 yılında köylüsü Arzu hanımla görücü usulü evlenmiş... İki çocukları olmuş...Askerden dönüşte namaz kılmaya başlayan Erkan Çağıl 2001 yılında Fethullah Gülen Hareketi'nin "dost sohbetleri" davetini kabul edip harekete dahil olmuş...Daha sonra da Sultanbeyli'den bir grup arkadaşı ile birlikte Tanzanya ve Zanzibar'ı ziyarete gelmiş...Burada katıldığı Safari'de Tanzanya'nın yerlileri Massailer'le tanışmış ve onlardan çok etkilenmiş. Daha sonra Türkiye'ye dönünce de Tanzanya'yı unutamamış...Mahalledeki dost sohbetlerinden birinde "Öğretmenler gittiler. Şimdi sıra sizde..." denmiş. Ve arkasından esas soru gelmiş:"Kim buradaki işini gücünü bırakıp yurtdışına iş kurmak üzere gitmek ister? Kim göç etmek ister? Kim ülkesinin iman ve ezan kokan topraklarından kopup kültürümüzü başka ülkelerde tanıtmak gayesiyle, kalbini ve kafasını alıp terk-i diyar eylemek ister? Bu yiğitliği yapacak kim var aranızda?"Erkan Çağıl "Ben varım! Ben, her şeyimi bırakıp yeni bir dünyanın kapısını aralamak ve bir daha dönmemek üzere hicret etmek istiyorum!" demiş.Ve aynı saatlerde başka bir dost sohbetinde "Evet" diyen Murat Karakaya ile birlikte Tanzanya'ya gidip iş kurmuş ve kendini ülkesine hizmete adamış...2005 yılı Kasım ayında gitmeden önce de "Her şeyin var burada, ne işin var Tanzanya'da?" diyenlere şu yanıtı vermiş:"Eyüp el Ensarî (Eyüp Sultan) ta Medine'den medeniyetin beşiğinden ne için geldiyse ben de aynı sebeple buradan Tanzanya'ya göç etmek istiyorum. Mesele para kazanmak değil. Onların işi gücü yok muydu? Biz de Müslüman'ız. Onlar da Müslüman'dı."Erkan Çağıl 2006 yılına kadar Tanzanya'da çalışmış hem oradaki ana okulu, hem ilkokul hem de liseye büyük hizmetleri olmuş. En büyük amacı da orada bir üniversite açmakmış...Beni bu ağacın altına gömün...2006'nın Kasım ayında Feza Erkek Lisesi'nin bahçesinde arkadaşları ile otururken bir hizmet verdiği okula bakmış, sonra oturduğu ağacın cesametine, içinde yaşadığı huzur duygusuyla şöyle demiş:Öldüğümde beni bu ağacın altına gömün!Bu olaydan on beş gün sonra Darülsalem'da üniversite yeri bakmak için gittiği bir gezide, kendi kullanmadığı bir araçta kaza geçirmiş Erkan Çağıl...Sekiz gün sonra da kaldırıldığı hastanede enfeksiyon sonucu yaşamını yitirmiş.İşte size mezarın sırrı...Sanırım bu sır Tanzanya'da ve Zanzibar'da gördüğüm okullarda (ve de dünyanın dört köşesindeki Fethullah Gülen Hareketi okullarında) hiçbir karşılık beklemeden hizmet veren öğretmenlerin, yine bu okullara hizmet eden iş adamlarının ve de onları Türkiye'den destekleyen "gönüllü sponsorların" sırrı...Bu sır sanırım Fethullah Gülen Hareketi'nin başarısının sırrı... Akılla değil de "gönülle" hareket eden insanların sırrı...Açıkçası bu sır beni çok etkiledi... Siz gelin de şimdi bu hareketin samimiyetini sorgulayın... Mümkün mü?Not: Erkan Çağıl'ın öyküsü için Sibel Giray Özşirin'in editörlüğünü yaptığı ve yakında Gazeteci ve Yazarlar Vakfı tarafından basılacak notlardan yararlandım.Okulun içindeki mezar etkileyici ancak Tanzanya'daki okul yöneticilerinin pedogojik açıdan mezarın yerini "mutlaka" gözden geçirmelerinde yarar olduğunu düşünüyorum.
Ali Atif BirBugün03.03.2009
Pensilvanya'da "Gülen" bir sürgün Houston'daki "Türkçe Olimpiyatı"nın ardından New York'a döndük. Döner dönmez de Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Genel Yayın Yönetmeni Erhan Başyurt ve rehberimiz Muharrem Atlığ'la Pensilvanya'ya doğru yola çıktık...Pensilvanya ABD'nin 50 eyaletinden biri... İlk anayasanın yazıldığı eyalet olması ve daha sınırda " Bağımsızlık" vurgusuna dikkat çekilmesi önemli olduğunu da gösteriyor.Son on yıldır bizim ülke insanları için de önemli. Çünkü Fethullah Gülen orada adeta bir sürgün hayatı yaşıyor.Bu nedenle Anadolu'dan, hatta dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce insan Pensilvanya'ya akın ediyor.Daha yola çıkarken oraya "kamp" denildiğini öğreniyorum. Belli ki çok sayıda insan geliyor, hatta orada kalıyor ki böyle niteleniyor.Bir süre sonra namaz kılmak isteyen arkadaşlar için New Jersey'de ağırlıkla Türklerin yaşadığı bir semtteki "Ulu Cami" nin önünde duruyoruz.Çevre ağırlıkla Türk işletmeleriyle dolu... İstanbul Market, Konya Etli Pide gibi... Biz de New Jersey'de Konya'nın etli pidesini yiyip yeniden yola çıkıyoruz.Yaklaşık 1 saat sonra ormanlık bir yola sapıyoruz. Çok sürmeden rehberimiz "kampa yaklaşıyoruz" diyor.Çevrede tek tek villa türü binalar ağırlıkta. Çok sürmeden de Saylorsburg yazan levha çıkıyor karşımıza... "İşte geldik..." diyor rehberimiz.Dikkatle çevreye bakıyorum. Önümüzde çift kanatlı elektronik bir demir kapı ve birkaç görevlinin olduğu bir kulübe var. Türkiye'yi hatırlatıyor Biraz bekliyoruz. Çevrede güvenlik kameraları olduğu söyleniyor. Kar yağmıyor ama sert soğuk insanı çarpıyor. Ve demir kapı açılıyor. Tam içeri girecekken güvenlik nedeniyle cep telefonlarımız alınıyor.Yaklaşık iki saat sonra Pensilvanya Eyaleti'nin her yanı ormanlık bölgesinde içinde Türkiyeli bir kanaat önderinin, bir sivil toplum liderinin veya küçümsenerek söylenen " Taşralı Bir İmam" ın ne derseniz deyin, sürgün hayatına mahkûm edildiği "kamp" tayız.Doğru o geceyi geçireceğimiz villaya gidiyoruz. İçeri girdiğimde hiçbir şey yabancı gelmiyor bana. Ayakkabıların çıkartılıp konulduğu dolap, salon ve odalara konulan, yatak olmaya uygun kanepeler ve duvarlarda Fethullah Gülen sözleri...Her şey Türkiye'yi hatırlatıyor...Geceyi orda geçiyoruz.Kahvaltıda Fethullah Gülen Hoca'yla buluşacağız. Sabah sekiz gibi kaldığımız villadan çıkıyoruz.Kar hafif hafif yağıyor. Ana binaya doğru yürüyoruz. Çevreye bakıyorum... Müthiş güzel ormanlık bir alan. Tam ortalarda büyük bir inşaat sürüyor. Yeni merkez bina olduğu söyleniyor. Anlaşılan bu kampa kalıcı gözüyle bakılıyor.Onun çevresinde de Türkiye'den ve başka bölgelerden gelen insanların kaldığı ikiüç katlı çok sayıda villa var.Sonradan öğreniyorum, her gün yaklaşık 30-40 kişi bu villalarda misafir ediliyor. Biraz yürüdükten sonra ana binaya giriyoruz. İçerisi bir hayli kalabalık. Bir yanda gençler mutfaktan kahvaltılıkları masalara taşıyor. Misafirler ise ayakta üç beş kişilik kümeler halinde ve sessizce bekliyorlar. Gurbet yaşlandırmış Hem kahvaltı salonunu hem de insanların kümelendiği ara bölmeyi geziyorum. İki ayrı yere, Fethullah Gülen'e dünyanın dört bir yanından getirilen hediyelerin sergilendiği cam bölmeler yapılmış...Bir yerde Anadolu'dan gönderilen el yapımı bir kağnı arabası, bir başka bölümde bir tank...Biri Kosova'dan gelmiş öteki Azerbaycan'dan, Mısır'dan... Simgesel, küçük yerel hediyeler...Biz de, kalabalık da Fethullah Gülen'in kahvaltıya inmesini bekliyoruz. Ve saat 8 civarında hoca bulunduğumuz alana doğru geliyor...Yürümekte biraz zorlandığı hemen fark ediliyor.Tam on yıl önce SabahAtv'nin İkitelli binasında yakından gördüğüm Fethullah Hoca'yı yıllar ve gurbet bir hayli yaşlandırmış...Karşısındaki insana incelikle ilgi gösteren, mütevazılığıyla insanı etkileyen Gülen Hoca, tek tek elimizi sıktıktan sonra kahvaltı salonuna geçiyoruz.Biz gazetecileri yakınına oturtuyor.Ve kahvaltı başlıyor.Derin bir sessizlik hâkim salona. Sadece çatal bıçak ve çay yetiştirmeye çalışan gençlerin ayak sesleri hissediliyor.Bir süre hiç kimse konuşmadan kahvaltısını yapıyor.Bu sessizliği Hoca'nın ilaçları ve çay üzerine söyledikleri bozuyor ve bizim merakla beklediğimiz sohbet başlıyor. Bu sohbet biraz da biz üç gazetecinin soruları ekseninde gelişiyor. Çok derine inmeden, pek çok konuda gelişen bir sohbet söz konusu. O sohbetin içinde yerel seçimler de, Ergenekon dava süreci de, GATA'ya yatay geçiş yapanlar da, Demirel ve Cindoruk da, Neoconlara karşı Neoosmanlılar yaklaşımı da var.Fethullah Gülen'in bu konulardaki sözlerine, yarınki yazımızda yer vereceğiz.
ALINTIDIR...
samanyolufanları.com
29 Mart 2009 Pazar
'Kollama'dan Uyuşturucuya Hayır !

DİZİ OYUNCULARINDAN ANLAMLI MESAJ
AK Parti Gençlik Kolları tarafından düzenlenen "Uyuşturucuya Hayır" kampanyasına 'Kollama' dizisi oyuncularından destek geldi.
Yapımcılığını Mustafa Kartal'ın, yönetmenliğini Gül Güzelkaya'nın üstlendiği Samanyolu Televizyonu'nun sevilen dizisi "Kollama"nın oyuncuları, "Uyuşturucuya Hayır" etkinliği kapsamında Ak Parti Kadıköy Kadın Kolları Tanıtım Medya Birim Başkanı Canan Bursa'yı dizi setinde ağırladılar.Dizinin başrol oyuncuları olan Mehmet Özgür (Necip Amir), Orhan Bıyıklı (Yiğit Başkomiser) ve Deniz Evrenol (Rana Gazeteci), "uyuşturucuya kesinlikle ve kesinlikle karşı olduklarını" ve "sigara dahi kullanmadıklarını" belirtti."Çocukları bu konuda eğitmede ailelere ve öğretmenlere çok büyük görevler düştüğünü vurgulayan set ekibi, bu konuda yapılacak olan tüm çalışmalara gönülden destek olacaklarını da bildirdi.
samanyoluhaber.com
samanyolufanları.com
Suçların Çoğu ''Organize İşler''Dir

zaman pazar ekinden
Samanyolu Televizyonu'nun sevilen dizisi Kollama, 39 bölümü geride bıraktı. Oyuncu kadrosunda Mehmet Özgür (Necip), Orhan Bıyıklı (Yiğit), Süeda Çil (Hüner), Serhan Süsler (Timur) gibi isimlerin yer aldığı dizide, emniyet içinde yeni kurulan 'Destek Büro' biriminde görevlendirilen bir grup polisin maceraları anlatılıyor.
Daha önce birçok başarılı yapıma imza atan Samanyolu Yapımlar Koordinatörü Yunus Aylıdere, dizinin ilerleyen bölümlerde daha da hareketleneceğini ve aynen gerçek hayatta olduğu gibi suçların altından organize işlerin çıkacağını söylüyor. Kollama, aslında 2007 yılında İstanbul'da düzenlenen 'Toplum Destekli Polis' konulu bir toplantıdan mülhem projelendirilen senaryoya sahip. Yaklaşık bir buçuk yıl önce düzenlenen toplantıda, bilinçaltına bir şekilde yerleşen 'polisten uzak dur' anlayışı yerine polisle diyalog kurmak gerektiği üzerinde durulmuş ve bunun için gerekli birimlerin kurulması tavsiye edilmişti. Buradan ilhamla senaryolaştırılan Kollama da 'Destek Büro' biriminde çalışan polislerin yaşadıklarını ve gelişen olayları konu alan bir yapım olarak karşımıza çıktı. Dizide polislerin çalışma şartlarına, yaşadıkları maddi güçlüklere, mesai kavramlarının olmamasına ve buna bağlı olarak da aile ilişkilerinde yaşanan sorunlara rağmen vatandaşı koruyup kollayan polislere dikkat çekiliyor. Kollama'nın başrol oyuncusu, ismiyle müsemma gözüpek polis memuru Yiğit'in de yaşadığı çevreyle kurduğu iyi ilişkiler model olarak belirlenmiş. Bu dizinin mesajının herkese ulaşması için ellerinden geleni yaptıklarını ve rolü belirlerken de çok ince düşünülmesi gerektiğini söyleyen Samanyolu Yapımlar Koordinatörü Yunus Aylıdere, dizideki karakterlerin polisler için bir model olmasının yanında toplumun arzulayacağı bir polis modelini ortaya çıkardıklarını, bu açıdan temsilin çok hassas ölçülere göre hareket etmesi gerektiğinin altını çiziyor. Ancak tam burada tezat bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Yiğit karakteri geçtiğimiz bölümde karısının katilini adalete teslim etmek yerine öldürmeyi seçti. Aylıdere, herkesin hata yapabileceği gerçeğinin altını çizmek, suçluyu ve suçlu psikolojisini açıkça göstermek istedikleri için sevilen bir kanun adamına böyle kanunsuz bir iş yaptırdıklarını söylüyor. Önemli olanın, kanun dışına çıkmış birini tekrar kazanmak olduğunu ifade eden Aylıdere, "Gelecek bölümlerde işler daha da karışacak. Aslında münferit bir olay gibi görünen cinayetin ardından bile bir organizasyon çıkıyor. Yiğit de başına gelen bu kötü hadiselerle doğru düzgün bir polis memuruyken suça çekilmek isteniyor. Biz inanıyoruz ki bu tip insan çok. Hemen her suçun ardından yapılanma var. Son zamanlarda yaşadıklarımızdan çıkıyor. Örneğin birkaç operasyon yapıldı ve kapkaç suçlarında ciddi azalmalar görüldü. Bu gerçeğe dikkat çekiyoruz ve herkesi ekran başına davet ediyoruz." diyor. m.yegen@zaman.com.tr
Kollama'dan herkesin alacağı ciddi bir mesaj varMehmet Özgür (Başrol oyuncusu): "Dizi bizim de oynamaktan daha çok zevk alacağımız bir mecraya doğru ilerliyor. Yiğit karakterinin aksine daha aklıselim sahibi bir polis amiriyim. Ancak Yiğit, başına gelen olayların ardından fevri hareket ederek, suça bulaşıyor. Oysa biz her ne şartta olursa olsun kanunu temsil ediyoruz ve tek başımıza mücadeleye girişemeyiz. Bu diziden herkesin alacağı ciddi bir mesaj var. Tabii gelecek bölümlerde ne olacağını bilemiyoruz ama anlaşılan hareketli günler bizi bekliyor."
MEHMET RIFAT YEĞEN
samanyolufanları.com
BİZİ KORUYUP KOLLAYAN BİRİLERİ VAR!!...
Bizi Koruyup, Kollayan Birileri Var
2008 yılının tam bu zamanlarıydı.
Samanyolu TV ekranlarda “Kollama” adlı dizinin izleyiciyle buluşma anı. “Sizi koruyup, kollayan birileri var” diyordu dizinin sloganında. Televizyon ekranlarındaki diğer “Polisiye” dizilerden farklı olacağı zaten ilk bölümden belliydi.İlk dönem itibariyle polis ailesini anlatıyordu dizimiz. Bizim için fedakarlıkta sınır tanımayan polisimizin aile yaşantısı evlerimize misafir oluyordu. “Onlarında bir ailesi varmış” sözünün dudaklarımdan birkaçkez bu cümle kurgusu içesinde gözyaşları ile döküldüğünü hatırlamaktayım. Hele ilk bölümde şehit olan Komser Menderes’in o hali çoğumuzun dimağlarından uzun süre silinmeyeceğine eminim.Dizi çoğu zaman gündeme yakın olsa da beklenildiği gibi değildi. Birinci sezon biterken bomba patlamak üzereydi. İkinci sezon ile bombayı vaktiyle patlatamayanların(kötüler adına) “ah vah” edecekleri şekilde bölümler gelmeye başladı. Ve Halime ile Timur’umuzu şehit verdik. Celalletin Cerrah Bey’in misafir olduğu bölümde ötelere uğurladık şehit Halime’mizi. 14 Aralık 2008 Pazar günü “Samanyolu Fanları” olarak gerçekleştirdiğimiz “Büyük Buluşma” da Kollama dizisi setine misafir olmuştuk. Bizlere “sabretmemiz gerektiğini” söylemişti Mustafa Kartal Bey. Dizi bir değişim yaşıyordu. Aile temasından kopmadan hareketliliğin bol bol olacağı bir dizi olacağının sözünü almıştık. Oyuncularımızın ne kadar işinin ehilleri olduklarını sette görmüştük zaten. Bir sahne için 14 saat çalıştıklarını duyduğumuz da çoğumuz hayretini gizleyememişti. Şimdilerde her bölümün bizi mest etmesinin altında bu altın formülün yattığını biliyoruz. İşinin ehli insanlar ve gayret.Bazen Yiğit başka dalgadan yayın yapsa da o bizim yiğidimiz. Memduk onu hem sırdaşı hem de yoldaşı. Necip Amir, sadece polis değil, hem bir ağabey onlar için hem de bir baba ailesi için. Çoğumuzun annesine benzemiyor mu Hüner Hanım, vakitsiz aramaları benzemiyor mu Hatunlarımızın aramasına. Hiç mi yok çevremizde Kiraz gibi eşi şehit olmuş kollanmaya muhtaç bir abla. Alperen çoğumuzun çoçukluğu ve Nurbanu çoğumuzun belalara açık gençliği değil mi?Aradan tam bir yıl geçmiş “Kollama” dizisi başlayalı. Ailemizden birileriymiş aslında fertleri. “Bizi kollayıp, koruyan birilerininde” demek hayatı varmış. Nice yıllara “Kollama”... Bize, bizi kollayanlarında bir yaşamı olduğunu hatırlattığın için.
samanyolufanları.com
2008 yılının tam bu zamanlarıydı.
Samanyolu TV ekranlarda “Kollama” adlı dizinin izleyiciyle buluşma anı. “Sizi koruyup, kollayan birileri var” diyordu dizinin sloganında. Televizyon ekranlarındaki diğer “Polisiye” dizilerden farklı olacağı zaten ilk bölümden belliydi.İlk dönem itibariyle polis ailesini anlatıyordu dizimiz. Bizim için fedakarlıkta sınır tanımayan polisimizin aile yaşantısı evlerimize misafir oluyordu. “Onlarında bir ailesi varmış” sözünün dudaklarımdan birkaçkez bu cümle kurgusu içesinde gözyaşları ile döküldüğünü hatırlamaktayım. Hele ilk bölümde şehit olan Komser Menderes’in o hali çoğumuzun dimağlarından uzun süre silinmeyeceğine eminim.Dizi çoğu zaman gündeme yakın olsa da beklenildiği gibi değildi. Birinci sezon biterken bomba patlamak üzereydi. İkinci sezon ile bombayı vaktiyle patlatamayanların(kötüler adına) “ah vah” edecekleri şekilde bölümler gelmeye başladı. Ve Halime ile Timur’umuzu şehit verdik. Celalletin Cerrah Bey’in misafir olduğu bölümde ötelere uğurladık şehit Halime’mizi. 14 Aralık 2008 Pazar günü “Samanyolu Fanları” olarak gerçekleştirdiğimiz “Büyük Buluşma” da Kollama dizisi setine misafir olmuştuk. Bizlere “sabretmemiz gerektiğini” söylemişti Mustafa Kartal Bey. Dizi bir değişim yaşıyordu. Aile temasından kopmadan hareketliliğin bol bol olacağı bir dizi olacağının sözünü almıştık. Oyuncularımızın ne kadar işinin ehilleri olduklarını sette görmüştük zaten. Bir sahne için 14 saat çalıştıklarını duyduğumuz da çoğumuz hayretini gizleyememişti. Şimdilerde her bölümün bizi mest etmesinin altında bu altın formülün yattığını biliyoruz. İşinin ehli insanlar ve gayret.Bazen Yiğit başka dalgadan yayın yapsa da o bizim yiğidimiz. Memduk onu hem sırdaşı hem de yoldaşı. Necip Amir, sadece polis değil, hem bir ağabey onlar için hem de bir baba ailesi için. Çoğumuzun annesine benzemiyor mu Hüner Hanım, vakitsiz aramaları benzemiyor mu Hatunlarımızın aramasına. Hiç mi yok çevremizde Kiraz gibi eşi şehit olmuş kollanmaya muhtaç bir abla. Alperen çoğumuzun çoçukluğu ve Nurbanu çoğumuzun belalara açık gençliği değil mi?Aradan tam bir yıl geçmiş “Kollama” dizisi başlayalı. Ailemizden birileriymiş aslında fertleri. “Bizi kollayıp, koruyan birilerininde” demek hayatı varmış. Nice yıllara “Kollama”... Bize, bizi kollayanlarında bir yaşamı olduğunu hatırlattığın için.
samanyolufanları.com
KOLLAMA 46.BÖLÜM ÖZETİ VE FRAGMANI
http://www.dailymotion.com/swf/x8s7ql_kollama-46bolum-fragmany-wwwsamanyo_shortfilms&related=1
Necip hastanede yaşam mücadelesi veriyor. Ailesi ondan iyi bir haber beklerken doktorların verdiği cevapla yıkılıyorlar. Yiğit, amirinin intikamını almaya yemin ederek harekete geçiyor. Ferruh ve Güvercin, her şeyin planladıkları gibi gittiklerini düşünürken karşılarında Yiğit'i bulunca köşeye sıkışıyorlar. Yiğit, Ferruh'un canını almak üzeredir. Memduh ise onu durdurmak için elinden geleni yapmaktadır. Tüm bu olanlar karşısında Melike ise, Yiğit'e bir söz verir. Destek büro için zor günler çok yakındadır.
Necip hastanede yaşam mücadelesi veriyor. Ailesi ondan iyi bir haber beklerken doktorların verdiği cevapla yıkılıyorlar. Yiğit, amirinin intikamını almaya yemin ederek harekete geçiyor. Ferruh ve Güvercin, her şeyin planladıkları gibi gittiklerini düşünürken karşılarında Yiğit'i bulunca köşeye sıkışıyorlar. Yiğit, Ferruh'un canını almak üzeredir. Memduh ise onu durdurmak için elinden geleni yapmaktadır. Tüm bu olanlar karşısında Melike ise, Yiğit'e bir söz verir. Destek büro için zor günler çok yakındadır.
KOLLAMA 45.BÖLÜM

Necip’e yapılan suçlamalar kabul görüyor ve Necip cezaevine gönderiliyor. Yiğit Necip’e atılan bu iftirayı ortaya çıkarmak için kolları sıvar. Şimdi herkesi çok zor günler bekliyordur.Melike, Yiğit’ten uzun süredir beklediği cevabı almak üzeredir. Bu arada Necip hapishanede karşılaştığı eski bir yazardan darbe günlüklerini edinir.Necip dışarı çıkınca herkesin ipliğini pazara çıkaracaktır artık. Bunu öğrenen Ferruh ve Güvercin, Necip için içerideki adamlarına ölüm emri verir.
15 Mart 2009 Pazar
Mağduru "kollama"onun işi

Dexter'la benzerlikler taşıyan Kollama'ya ilgi artıyor. Dizide suçluları geceleri kendi yöntemleriyle cezanlandıran Yiğit polisin maceraları var RTÜK'ün yaptığı araştırma televizyonda en çok izlenen yapımların diziler olduğu bir kez daha kanıtlandı. Bu dönemde polis dizileri ise neredeyse her kanalın vazgeçilmezi. Ekranlarda benzer öykülerle yer alan polis dizileri arasında senaryosunun farklılığıyla öne çıkan Kollama, İstanbul Emniyet Müdürü Celallatin Cerrah'ın da rol aldığı bir polis dizisi. Samanyolu'da yayınlanan Kollama dizisinin cesur başkomiseri Yiğit'i canlandıran Orhan Bıyıklı ekrandaki diğer polisiye yapımlar için “Onlar işin magazinsel tarafındalar ve meseleleri daha yüzeysel ele alıyorlar, biz ise güncel konuları işliyoruz” diyor. Aksiyon sahnelerinin fazlalığı ile de dikkat çeken Kollama dizisinde Yiğit senaryo gereği zaman zaman suçluları sadece yakalayan değil onlara ceza veren bir karakter. Dizi bu yönüyle bir dönem CNBC-e'de de yayınlanan ABD yapımı Dexter adlı diziyi anımsatıyor. Bıyıklı, Dexter'daki gibi gündüz görevini yapan akşamsa kendi mücadelesini veren bir polisi oynasa da ilerleyen bölümlerde izleyicinin beklenmeyen olaylarla baş başa kalacağını söylüyor. Bıyıklı, dizideki yaşadığı bu hali: “Yiğit vicdanımızın sesini hakırıyor” diye özetliyor ve ekliyor: “Herkesin suça, suçlulara ve haksızlığa karşı geliştirdiği veya en azından yapamasa bile düşündüğü kendi yönteminin var olduğunu tahmin ediyorum” Özel hayatımda çapraz sorgu yapıyorum İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nden mezun olan genç oyuncu rolünden dolayı aldığı tepkilerin olumlu olduğunu kimi zaman polislerden de olumlu eleştiriler aldığını söylüyor. Bu rolün kendisine çok şey kattığını, olaylara artık daha soğukkanlı baktığını belirten Orhan Bıyıklı zaman zaman karşısındakileri dinlerken çapraz sorgu yöntemine başvurduğunu da itiraf ediyor..
samanyolufanları.com
Kollama 44. bölüm Özeti
Kollama, yeni bölümüyle ekrana geliyor. Melike’nin sorularını cevapsız bırakan Yiğit, onu incitmemek için ondan uzaklaşmaya karar verir. Necip ve Memduh ise belediye başkanına yapılan suikastın peşindedir. Suçlulara çok yaklaşırlar ve aralarında müthiş bir kovalamaca başlar. Yiğit ise olanlara engel olamadığı için kendisini suçlamakta ağır bir vicdan azabı çekmektedir. Ferruh ise Yiğit’in oğlunun olduğu kreşe gider. Yiğit’i orada kötü bir sürpriz beklemektedir. Bu arada Gölge adındaki kişi, Yiğit’e reddedemeyeceği bir teklifte bulunur.
kollama 13 mart cuma akşamı samanyolunda...
kollama 13 mart cuma akşamı samanyolunda...
7 Mart 2009 Cumartesi
Kollama ekibi 5 Mart'ta biraradaydı...

Dün akşam Kollama ekibi sımsıcak bir ortamda bir araya geldi!...Gün geçtikçe seyirci kitlesi büyüyen Kollama dizisinin birbirinden başarılı oyuncuları, akşam yemeğinde bir araya geldi. Nefis Erzurum yemeklerinin yanı sıra neşeli sohbetler, sıcak ortam ekip ruhunun en az setteki kadar mükemmel olduğunu gösterdi.Samanyolu Yayın Grubunun çalışanlarının da katıldığı yemekte, Kollama dizisi senaristi Ertan Kurtulan, dizinin gündemi özellikle takip ettiğini, daha da aktif ve akıcı olayların içlerine gireceklerini söyledi. Yiğit, karakterinin yanlış yola girişini eleştirenlere ise “ Bizim amacımız, kötü yolu da teşhir etmek, kaldı ki Yiğit akıllı biri. Bin nasihatten iyidir, bin musibet. Yiğit’ de belki gerçeği görecek ve onun görüşü ile ekran karşısındaki milyonlar gerçeği daha net fark edecek” cevabını verdi.Dizideki Yiğit karakterindeki Orhan Bıyıklı’ da dizinin mantığını oldukça doğru bulduğunu ve Kollama ekibi olarak doğru bir çalışmanın içinde olduklarını söyledi. “Bizim derdimiz magazin değildi. Amacımız günceli ve gündemi, bu ikilem içinde polisi anlatmaktı. Bunu da çok güzel yaptığımıza inanıyorum” dedi. Yiğit karakterinin Halime’ yi unutup, Melike’ye yöneldi iddialarına da “ Yiğit asla ihanet edecek biri değil, O Halime’ yi hiç unutmayacak, hatta öyle ki en yenildiği, hayattan koptuğu anda, Halime’ ye bağırıp, çağıracak “ Neden gittin, Neden beni bıraktın” diye. O bağırışlar, kızgınlıktan değil, ona olan ihtiyacından. İhtiyacı varsa demek ki unutmamış” diye değerlendirdi. Melike konusunda ise, “Melike belki de Yiğit için bir ilkin başlangıcı. Peki, Melike, Yiğit için son olacak mı? Bu sorunun sürpriz cevabını Kollama’ yı takip ederek öğrenebilirsiniz” dedi.Dizinin Necip Komiseri Mehmet Özgür, dizi ve konusu polisler hakkında çok önemli değerlendirmelerde bulundu. Mehmet Özgür, dizinin en önemli mesajının kendine göre şu olduğunu söyledi; “3.Dünya ülkelerinde iki gerçek vardır. 1. Yaşanan gerçek, 2. Gösterilen gerçek. İşte Kollama, yaşanan gerçekleri gösteriyor. Bu yüzden gündemden kopmayacak olan bir dizi. Dizide de seyrediyorsunuz, polislerimiz cidden çok zor koşullar altında, kelle koltukta çalışan insanlar. Ama maalesef, ülkemizde gereken değeri görmüyorlar. AB ülkelerinde polisler kendilerine sunulan şartlardan oldukça memnun. Orada polisler, bir Mercedes’e binebiliyor. 15 günlük, yurt dışına gidip muhteşem bir tatil yapabiliyor. Ülkemizde ise, maalesef bir polisin bir yılda kazandığı, bu tatili karşılayamayacak bir rakam. Bizim ülkemizde de zengin insanlar var. Ama polisler bu seviyenin çok altında. Oysa onlar, en az o zengin vatandaşlar kadar rahat geçinmeliler. Hem geçim derdi, hem ülke sorunları onlar için çok ağır. Buna rağmen, büyük bir şevkle, aşkla çalışıyor polislerimiz. Ülkemizde, onlara verilmesi gereken değeri verecektir diye umuyorum” dedi.
6 Mart Cuma..Samanyolufanları.com
Kollama Ekibi Silivri Fatih Kolejinde..
yiğit başkomser,necip amir ve memduh başkomser özel silivri fatih kolejini ziyaret etti.Öğrencilerin sorularını yanıtladı.sorulan soruların birinde"dizinin herhangi bir bölümünü okulumuzda çekmeyi düşünüyormusunuz?" diye sorulan soruya,cevap olarak yönetmene sormalıyız dediler.ama çekme ihtimalı %95





Kollama 43.bölüm fragmanı
http://www.dailymotion.com/swf/k6FcNMRYOm5nofYsbn&related=1
iyi seyirler...
kollama 6 mart cuma akşamı samanyolunda...
iyi seyirler...
kollama 6 mart cuma akşamı samanyolunda...
Kollama 43.bölüm özeti..
Ve Melike, en sonunda Yiğit’i donduracak itirafı yapıyor!.. Kollama’ da bu hafta ipler çekiliyor!..Necip’in müdahalesi ile Hayri’nin elinden kurtulan Rana ve Melike oldukça heyecan içindeyken, Güvencin olay yerine gelip, Melike’yi Yiğit’ten uzak tutmaya çalışır. Yiğit ise farkında olmadan tarafını seçmiştir. Keleş ise Ferruh’un sonunu yavaş yavaş getirmek için harekete başlar. Dokuz Parmak, Belediye Başkanının cenazesini provoke etmeye çalışırken, sağduyuya büyük ihtiyaç duyulur. Ve Melike, en sonunda Yiğit’i donduracak itirafı yapar.
Cuma 19:40
1 Mart 2009 Pazar
Ergenekon'a bulaşan hastanelik oluyor!!

Ergenekon'a bulaşan hastanelik oluyor!..Derin Devlet ile alakalı birçok konuya değinen Kollama dizisinin yönetmeni Gül Güzelkaya rahatsızlanıp hastaneye götürüldü. Daha sonra ise dizide Necip komiseri canlandıran Mehmet Özgür, ciddi rahatsızlık geçirdi. Hastanede serum alıp 4 saat arada dinlenip sonra sete gelen oyuncu Mehmet Özgür, dizinin en hareketli ve önemli sahnelerinde ara verilmesin diye hastalığı daha şiddetlenmedikçe sete gelip gideceğini, çekime devam edeceğini bildirdi.
Ergenekon soruşturması için içeri alınan şahısların sık sık hastaneye düşmesi medyanın dikkatinden kaçmazken, şimdilerde bu konuya en net değinen başarılı dizinin oyuncularının da hastaneye düşmesi bir yandan üzerken bir yandan “ Ergenekon’a bulaşan hastanelik oluyor” dedirtti.
Ergenekon soruşturması için içeri alınan şahısların sık sık hastaneye düşmesi medyanın dikkatinden kaçmazken, şimdilerde bu konuya en net değinen başarılı dizinin oyuncularının da hastaneye düşmesi bir yandan üzerken bir yandan “ Ergenekon’a bulaşan hastanelik oluyor” dedirtti.
samanyolu fanları.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)